yandex
Aydın UZKAN
Köşe Yazarı
Aydın UZKAN
 

DUYARSIZ TOPLUMA DOĞRU

İnsanlar şizofrenik bir süreç yaşıyor. Otomatikleşen duygular, ezberlenen davranışlar ve programlanan beyinler, hisleri yok ediyor. Hissiyatları kısırlaştırılmış insanlar ne başkalarının mutluluğuna doyasıya seviniyor,  ne  de acılarına içten ağlıyor. Kalplerde tın yok .Gözlerin takıldığı en acı kareye yürekler takılmıyor. Tüylerin diken diken olması tarihe karışıyor sanki. Yaşananlar hissiz bir kalple ve boş  bakışlarla sadece  izleniyor. Bir bilinç felci ve düşünce kayması bu. Ya da teslimiyetçi ve pasif kişiliklerin yakalandığı bir salgın . Duygularına neşter vurulanlar , vurdumduymaz kültüre kendini teslim ederek kendinden ve kimliğinden uzaklaşıyor. Gittikçe şuur altına yerleşen duyarsızlık , ağzına mühür vurulmuş toplumun yangına odun taşıyor. Fena hırpalıyor insanı duyarsızlık. Duyarlılık, pek çok sorunu öldürürken , duyarsızlık çok daha fazlasını  doğuruyor. Her insan kendi hayat mücadelesi içinde kaybolup gidiyor. Yeni nesil sahip olduğu ağlarda  ve  bilmem kaç inçlik avuç içi dünyalarında nefes almaya devam ediyor. "Sırtımdaki oku ben facebook'tayken çıkarın!" diyecek kadar kendinden geçiyor. Üç maymunu oynarken, sahte bir hayatın kollarında buluyor kendilerini. Bir anne  çocuğunu doktora götürüyor. Doktor ‘’Çocuğunuzun şikâyeti nedir?’’ diye sorunca annenin  şöyle diyor ; ‘’Ağlamıyor!’’ Doktor şaşırmıyor. Çocuğun annesine; "Herkes ağlayan çocuğunu getiriyor. Sen niye geldin?" demiyor. Ağlayamamanın, ağlamaktan daha önemli bir belirti olduğunu biliyor. Ruhlara yerleşen öyle sinsi bir virüs ki bu duyarsızlık , ‘Boş veer ,dünyayı sen mi değiştireceksin ?’’lakırdısına ve ‘’Gemisini kurtaran kaptan’’ anlayışına  alkış tutanların, bu virüse yakalanmaları an meselesi. Öyle ki, dişiniz  ağrırken eğer felç olmamışsanız “bana ne” diyerek derin bir uykuya dalmanız  bile mümkün değil. Duyarsızlığı iyi anlatan Almanya’da bir papazın çokça tekrarlanan bir cümlesi vardır: “Naziler geldiklerinde önce Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Aydınları götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü aydın değildim. Muhalefeti götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü muhalefet değildim. Peşinden Çingeneleri götürdüler, sesimi çıkarmadım, demokratları, sosyalistleri, liberalleri götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü hiçbiri değildim. Sonunda benim için geldiklerinde gördüm ki ses çıkartacak kimse kalmamıştı.”  Stefan Zweig şöyle diyor ‘’ İnsanların çoğunun muhakeme gücü körleşmiştir. Kendilerine doğrudan dokunmayan, sivri ucu ısrarla sert bir şekilde duyularına kadar nüfuz etmeyen şey, onları neredeyse hiç harekete geçirmez; ancak gözlerinin önünde cereyan eden, duygularına dokunacak en ufak şey bile içlerinde ölçüsüz bir tutkuyu ateşler. İşte o zaman duyarsızlıklarının yerini gereksiz ve aşırı öfke alır.’’ Renkleri soluklaştıran duyarsızlaşma, sadece  acılar ve zulümler karşısında değil, güzellikler karşısında da tepkisiz bırakıyor. Hayatın içindeki güzellikleri görmemek, beğendiğini belli etmemek, takdir etmemek,  sevgi göstermemek de duyarsızlığın diğer yönü. Duy-arsızlaştıkça görebileceklerini göremeden, hissedebileceklerini hissedemeden, yaşayabileceklerini yaşayamadan geçiyor ömür. ‘’ İyilik ve kötülük büyüklüğüyle değil, duyarlılık derecesiyle bizi etkiler.’’ diyor La Rochefoucauld. Duyarlılık, kulağın işitmesi ile değil, kalbin sızlamasıyla gerçekleşir . İnsan duyarlılığı kadar insan, duyarlılığı kadar anne, baba, eş ve dosttur. Gerisi duy- arsızlardır !
Ekleme Tarihi: 02 Nisan 2022 - Cumartesi

DUYARSIZ TOPLUMA DOĞRU

İnsanlar şizofrenik bir süreç yaşıyor. Otomatikleşen duygular, ezberlenen davranışlar ve programlanan beyinler, hisleri yok ediyor. Hissiyatları kısırlaştırılmış insanlar ne başkalarının mutluluğuna doyasıya seviniyor,  ne  de acılarına içten ağlıyor.

Kalplerde tın yok .Gözlerin takıldığı en acı kareye yürekler takılmıyor. Tüylerin diken diken olması tarihe karışıyor sanki. Yaşananlar hissiz bir kalple ve boş  bakışlarla sadece  izleniyor.

Bir bilinç felci ve düşünce kayması bu. Ya da teslimiyetçi ve pasif kişiliklerin yakalandığı bir salgın .

Duygularına neşter vurulanlar , vurdumduymaz kültüre kendini teslim ederek kendinden ve kimliğinden uzaklaşıyor. Gittikçe şuur altına yerleşen duyarsızlık , ağzına mühür vurulmuş toplumun yangına odun taşıyor.

Fena hırpalıyor insanı duyarsızlık. Duyarlılık, pek çok sorunu öldürürken , duyarsızlık çok daha fazlasını  doğuruyor.

Her insan kendi hayat mücadelesi içinde kaybolup gidiyor. Yeni nesil sahip olduğu ağlarda  ve  bilmem kaç inçlik avuç içi dünyalarında nefes almaya devam ediyor. "Sırtımdaki oku ben facebook'tayken çıkarın!" diyecek kadar kendinden geçiyor. Üç maymunu oynarken, sahte bir hayatın kollarında buluyor kendilerini.

Bir anne  çocuğunu doktora götürüyor. Doktor ‘’Çocuğunuzun şikâyeti nedir?’’ diye sorunca annenin  şöyle diyor ; ‘’Ağlamıyor!’’ Doktor şaşırmıyor. Çocuğun annesine; "Herkes ağlayan çocuğunu getiriyor. Sen niye geldin?" demiyor. Ağlayamamanın, ağlamaktan daha önemli bir belirti olduğunu biliyor.

Ruhlara yerleşen öyle sinsi bir virüs ki bu duyarsızlık , ‘Boş veer ,dünyayı sen mi değiştireceksin ?’’lakırdısına ve ‘’Gemisini kurtaran kaptan’’ anlayışına  alkış tutanların, bu virüse yakalanmaları an meselesi. Öyle ki, dişiniz  ağrırken eğer felç olmamışsanız “bana ne” diyerek derin bir uykuya dalmanız  bile mümkün değil.

Duyarsızlığı iyi anlatan Almanya’da bir papazın çokça tekrarlanan bir cümlesi vardır: “Naziler geldiklerinde önce Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim. Aydınları götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü aydın değildim. Muhalefeti götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü muhalefet değildim. Peşinden Çingeneleri götürdüler, sesimi çıkarmadım, demokratları, sosyalistleri, liberalleri götürdüler, sesimi çıkarmadım çünkü hiçbiri değildim. Sonunda benim için geldiklerinde gördüm ki ses çıkartacak kimse kalmamıştı.” 

Stefan Zweig şöyle diyor ‘’ İnsanların çoğunun muhakeme gücü körleşmiştir. Kendilerine doğrudan dokunmayan, sivri ucu ısrarla sert bir şekilde duyularına kadar nüfuz etmeyen şey, onları neredeyse hiç harekete geçirmez; ancak gözlerinin önünde cereyan eden, duygularına dokunacak en ufak şey bile içlerinde ölçüsüz bir tutkuyu ateşler. İşte o zaman duyarsızlıklarının yerini gereksiz ve aşırı öfke alır.’’

Renkleri soluklaştıran duyarsızlaşma, sadece  acılar ve zulümler karşısında değil, güzellikler karşısında da tepkisiz bırakıyor. Hayatın içindeki güzellikleri görmemek, beğendiğini belli etmemek, takdir etmemek,  sevgi göstermemek de duyarsızlığın diğer yönü.

Duy-arsızlaştıkça görebileceklerini göremeden, hissedebileceklerini hissedemeden, yaşayabileceklerini yaşayamadan geçiyor ömür. ‘’ İyilik ve kötülük büyüklüğüyle değil, duyarlılık derecesiyle bizi etkiler.’ diyor La Rochefoucauld.

Duyarlılık, kulağın işitmesi ile değil, kalbin sızlamasıyla gerçekleşir . İnsan duyarlılığı kadar insan, duyarlılığı kadar anne, baba, eş ve dosttur. Gerisi duy- arsızlardır !

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bolbolhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.