Hayat sürekli akış halinde . Bu akış hali, bilinçsiz bir kapılmaya, menzilsiz bir sürüklenmeye dönüştüğünde başlıyor felaketler. Sürüklenişin ve kovalamacanın hengâmesinden kurtulunca, bulmanın hakikatine eriyor insan. Biraz sabır, biraz tecrübe ve biraz da bekleyerek.
Beklemek derken, negatif bir duruş değil elbet. Acziyetten kaynaklanan bir teslimiyet değil, derinliği olan bir sabır olan beklemek. Zira insan ruhu , bu hakikat olmadan soluk alamaz. Cemil Meriç Jurnal’inde dediği gibi ‘’Yaşamak beklemektir’’
Oysa beklenmeyi yük, koşturmayı ödül zannediyoruz. ‘’ Bizden kaçan bir otobüse yetişmeye çalışıyor gibiyiz hepimiz. Ne kadar çok koşarsak koşalım, otobüs hep bizden daha hızlı! Bizi tıknefes bırakıyor bu imkansız koşu...
Yürümeyi denemek ya da durakta sakince oturup bir sonraki otobüsü beklemek gibi ihtimalleri hesaba katabiliriz oysa. Peşinde koştuğumuz otobüs bizi olduğumuz yerden alıp hayalini kurduğumuz başka yerlere götürecek tek ihtimal gibi geliyor hepimize.
Bulunduğumuz yere dair hiçbir beklentimiz kalmamış belli ki... Gitmek, bir şeylere erişmek, başka olana ulaşmak, bizim için hayatı anlamlı hale getirecek tek istikamet bu, o istikamete giden tek bir otobüs var ve o da bizden kaçıyor...’’ (1)
Çoğumuzun üzerine hayatını kurduğu duygusal zemin üç aşağı beş yukarı böyle. Bu kovalamacalar ve koşturmacalar yüzünden huzur ne zaman gelip kapımızı çalsa biz evde olmuyoruz. Biz hayatı, hayat bizi kovalayıp duruyor. Buluşma hep ileriki bir zamana erteleniyor.
Kapalı gözlükle koşan yarış atlarına benziyoruz. En yakınımızı dahi göremiyoruz. Yalnızca koştuğumuz yolu hayat sanıyor, koştukça yaşayacağımızı zannediyoruz.
Aptal Puma Sendromu yaşıyoruz adeta. Sonu görünmeyen bu hırs , sürekli koşturup kovalatıyor. Oysaki , hayatı kovalamak değil yaşamak gerekir.
Elbette Allah sinekleri kovalamak için kediye kuyruk verdi ama sineksiz bir hayatı tercih etmekte seçenekleri arasındaydı.Bunu fark edemiyoruz.
Tek adımda sona varmaya, tek cümleyle ikna etmeye, yürümeden koşmaya ve zıplamadan uçmaya çalışıyoruz. Koşturmaca halinde hep sona odaklanıp, ortadakileri unutuyoruz.
Büyük beklentilere öylesine odaklanmışız ki, küçük şeylerin önemini es geçer olmuşuz. Sobesi olmayan bir saklambacın ebesiyiz sanki.
Her oyun gibi, hayatın da istikametini belirleyen, insanlığımızın rengini ve tadını oluşturan temel kaideler var. Yavaşlamak gibi, kovalarken elimizdekileri kaçırmamak gibi. Bunları görmezden geldiğimizde sobeleneceğimiz gün yakındır.
- Gökhan ÖZCAN / www.yenisafak.com / 14.03.2022