yandex
Fatih Çelik
Köşe Yazarı
Fatih Çelik
 

Aynadaki Yabancı

                Milletler vardır, kendilerine “millet” deyip özgürlüğü başka bir milletin bilmediği bayrağının rengine, kendilerinin kaybolmuş yitik renklerini karıştırarak bulduklarını sanırlar. Bazı milletler de vardır ki özgürlüklerini ölüme değişmeyecek kadar gururlu ve onurludur.                 Şüphesiz bu milletlerin başında Türk Milleti gelmektedir. Kültürünü, kimliğini, doğduğu coğrafyayla sınırlandırmamış; tarihini, kültürünü ve sanatını, Orta Asya bozkırlarından tüm dünyaya taşımıştır. Gittikleri her yerde hoşgörülü bir anlayışa sahip olan milletimiz, gerek Gök Tanrı ve tevhid inancının gerekse gaza ve cihad anlayışının ortak paydasında birleşmiş ve kitleler halinde İslamiyet’i benimsemiştir.                 İslamiyet ile birlikte kendine has bir kimliğe bürünen milletimiz inanç ve güzelliklerini yayarken gittikleri her yerde silinmez izler bırakmıştır.                 Cami, türbe, kervansaray, medrese gibi Türk-İslam mimarisinin inceliklerini Anadolu’nun her köşesine nakış nakış işlerken nakışın üstündeki en güzel desenin dil olması adına Arapça ve Farsça kendisine kardeş olmasına izin vermiştir. Bu iki dili bile devletin isminin içerisine katarak “Türk” sıfatıyla birleştirmiş ve Osmanlı Türkçesi adını almıştır. Osmanlıca kelimelerden olan “acil”in yerine “ivedi”yi, “akran”ın yerine “yaşıt”ı, “cümle”nin yerine “tümce”yi, “evrak”ın yerine “belge”yi kullanarak kardeşimiz olarak gördüğümüz bu sentez dil üzerinde sözümüzü geçirebiliriz. Belki bu iki dili kendi canımızdan bir parça olarak gördüğümüz için millî kişiliğimiz olan hoşgörü ile karşılayabiliriz.                 Bugün, yeryüzünde 200 milyonu geçkin insanın konuştuğu farklı söyleyiş özelliklerine sahip dünyanın sayılı beş dilinden birisi olmamıza rağmen batıya duyduğumuz hayranlık yüzünden garipseniriz diye karşılaşmalarda “korner” yerine “köşe vuruşu”nu kullanamayan güzelim gösteri kelimesini şov yapan bir toplum olmuş durumdayız.                 Kolay bir özentiye kapılarak “çok kompleksli bir insansınız” diyerek eleştiriyi daha etkili kıldığını sanıp “karmaşık” kelimesini kullanamayan, “benim tostum duble kaşarlı” diyerek mükemmel bir üslup kullandığını zanneden insanları görünce; Yahya Kemal’in süt gibi ak gördüğü Türkçenin içine su misali zehir katıldığına şahit oldukça saf ve berrak Türkçeyi kullanan Yunus Emrelerin ebedî istirahatlarında kemiklerinin sızladığını düşündükçe tüylerimizin diken diken olmaması mümkün mü?                 Yüzyıllardır kılıç kalkanla istediğini elde edemeyen Avrupalı, şimdi kültür savaşıyla bizi bizim silahımızla vurmak istemektedir. Kendi hayat tarzlarıyla bizleri kuşatmayı amaçlaya Avrupalı, hedef kitlenin gençler olduğunu çok iyi bilmektedir.                 Bir Rus yazar “dil en uzağı vurabilen bir silahtır” der.                 Kendi hayat tarzlarıyla bizleri kuşatmaya başlamışlarken eğer dil silahımızı da sustururlarsa geriye bayrağımız kalacaktır ki bunun düşünmesi bile benliğinde “Türklük” olan herkesin kanını dondurmaya yeterli değil midir?                 Onlar kendilerini tanıyor ve biliyor.                 Peki, biz aynadaki yabancının kim olduğunu biliyor muyuz?                 Sahi, biz kimiz?
Ekleme Tarihi: 23 Şubat 2020 - Pazar

Aynadaki Yabancı

                Milletler vardır, kendilerine “millet” deyip özgürlüğü başka bir milletin bilmediği bayrağının rengine, kendilerinin kaybolmuş yitik renklerini karıştırarak bulduklarını sanırlar. Bazı milletler de vardır ki özgürlüklerini ölüme değişmeyecek kadar gururlu ve onurludur.

                Şüphesiz bu milletlerin başında Türk Milleti gelmektedir. Kültürünü, kimliğini, doğduğu coğrafyayla sınırlandırmamış; tarihini, kültürünü ve sanatını, Orta Asya bozkırlarından tüm dünyaya taşımıştır. Gittikleri her yerde hoşgörülü bir anlayışa sahip olan milletimiz, gerek Gök Tanrı ve tevhid inancının gerekse gaza ve cihad anlayışının ortak paydasında birleşmiş ve kitleler halinde İslamiyet’i benimsemiştir.

                İslamiyet ile birlikte kendine has bir kimliğe bürünen milletimiz inanç ve güzelliklerini yayarken gittikleri her yerde silinmez izler bırakmıştır.

                Cami, türbe, kervansaray, medrese gibi Türk-İslam mimarisinin inceliklerini Anadolu’nun her köşesine nakış nakış işlerken nakışın üstündeki en güzel desenin dil olması adına Arapça ve Farsça kendisine kardeş olmasına izin vermiştir. Bu iki dili bile devletin isminin içerisine katarak “Türk” sıfatıyla birleştirmiş ve Osmanlı Türkçesi adını almıştır. Osmanlıca kelimelerden olan “acil”in yerine “ivedi”yi, “akran”ın yerine “yaşıt”ı, “cümle”nin yerine “tümce”yi, “evrak”ın yerine “belge”yi kullanarak kardeşimiz olarak gördüğümüz bu sentez dil üzerinde sözümüzü geçirebiliriz. Belki bu iki dili kendi canımızdan bir parça olarak gördüğümüz için millî kişiliğimiz olan hoşgörü ile karşılayabiliriz.

                Bugün, yeryüzünde 200 milyonu geçkin insanın konuştuğu farklı söyleyiş özelliklerine sahip dünyanın sayılı beş dilinden birisi olmamıza rağmen batıya duyduğumuz hayranlık yüzünden garipseniriz diye karşılaşmalarda “korner” yerine “köşe vuruşu”nu kullanamayan güzelim gösteri kelimesini şov yapan bir toplum olmuş durumdayız.

                Kolay bir özentiye kapılarak “çok kompleksli bir insansınız” diyerek eleştiriyi daha etkili kıldığını sanıp “karmaşık” kelimesini kullanamayan, “benim tostum duble kaşarlı” diyerek mükemmel bir üslup kullandığını zanneden insanları görünce; Yahya Kemal’in süt gibi ak gördüğü Türkçenin içine su misali zehir katıldığına şahit oldukça saf ve berrak Türkçeyi kullanan Yunus Emrelerin ebedî istirahatlarında kemiklerinin sızladığını düşündükçe tüylerimizin diken diken olmaması mümkün mü?

                Yüzyıllardır kılıç kalkanla istediğini elde edemeyen Avrupalı, şimdi kültür savaşıyla bizi bizim silahımızla vurmak istemektedir. Kendi hayat tarzlarıyla bizleri kuşatmayı amaçlaya Avrupalı, hedef kitlenin gençler olduğunu çok iyi bilmektedir.

                Bir Rus yazar “dil en uzağı vurabilen bir silahtır” der.

                Kendi hayat tarzlarıyla bizleri kuşatmaya başlamışlarken eğer dil silahımızı da sustururlarsa geriye bayrağımız kalacaktır ki bunun düşünmesi bile benliğinde “Türklük” olan herkesin kanını dondurmaya yeterli değil midir?

                Onlar kendilerini tanıyor ve biliyor.

                Peki, biz aynadaki yabancının kim olduğunu biliyor muyuz?

                Sahi, biz kimiz?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bolbolhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.