yandex
Fatih Çelik
Köşe Yazarı
Fatih Çelik
 

Yıkılmayan Krallık: İSTANBUL

                Bilir misiniz? Hani cismiyattan var olan her şeyin bir başlangıcı ve bir sonu vardır. Kurulan ve yıkılan imparatorluklar, kaybolup silinen kavimler…                 Tıpkı bir insan ömrü gibi cihan misafirhanesinde yaşamış ve tarihin karanlık sularına gömülmüşlerdir. Fakat öyle diyarlar, öyle yerler vardır ki üzerinden asırlar geçmesine rağmen değerini yitirmemiş bilakis kıymetini daha da artırmıştır.                 Nereden mi bahsediyoruz? Tabii ki İstanbul’dan…                 Londra’yı bilir misiniz?                 Altın lambanın ışıklarını akşamları bile cömertçe yolladığı üzerinde güneş batmayan imparatorluk olarak lanse edilen İngiltere’nin gözbebeği, kalbi Londra’yı…                 Tüm dünya şüphesi bu soruya “Evet” demektedir.                 Peki ya İstanbul!                 İstanbul…                 Bu şehri tasvir etmek o kadar zor ki…                 Nasıl ki İngilizlerin cismiyattaki batmayan güneşi varsa İstanbul da tarihi, tabiatı, sanatı ve sayamayacağımız birçok güneşinin ışık tuttuğu bir krallıktır.                 İstanbul’u nasıl anlatabiliriz ki…                 Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı, Kapalıçarşı…                 Bu basit kağıt parçasında buraları nasıl gözümüzde canlandırabiliriz. Tarihi canlı yaşarsınız bu şehirde. Ulubatlı Hasan’ın arkadaşlarıyla surları kuşatırsınız, “Allah Allah!” nidalarını duyarsınız İstanbul’da. Orhan Veli ile birlikte gözleriniz kapalı İstanbul’u dinlersiniz İstanbul’da. Boğazkesen’de Ağustos sıcağında sanatın sesine Fatih’in Harç sesi karışır kulağınıza İstanbul’da. Bunlar İstanbul’un okyanus misali zenginliklerinden sadece bir kaçı… O kadar sevilmiştir ki bu şehir, herkes ona farklı isimlerle hitap etmiştir. Konstantinopolis, Derasaadet, İstanbul…                 İstanbul sadece bir şehir değildir. İstanbul; Fatih’in sevgilisi, Fikret’in yosma kadını, Nedim’in bir taşına bütün İran’ı feda ettiği bir hazine…                 İşte o hazinenin peşinden asırlarca insanlar koşmuş fakat sonunda bu kıymetli hazine şükürler olsun ki biz Türklere kalmıştır. Asırlarca İstanbul’a yeniden kavuşacağını ümit eden Avrupalı, bu ümidini yitirmiş olacak ki İstanbul’a layık olduğu değeri verip O’na 2010 Avrupa Kültür Başkentliği tacını taktı ve krallığını yeniden hatırladı, çok geç kalmış olsalar da…                 Derler ya bir kızı bin kişi ister bir kişi alır diye. O şehri-i dilberi ki Doğu Roma ile asırlar süren bir birliktelik yaşamış, Fatih sayesinde gerçek aşkını bulmuş Devlet-i Âliyye’ye ve onun mirasçısı Türkiye’ye kavuşmuştur.                 Bu şehri-i dilberinin, bu cennet diyarın dünya döndükçe ülkemizin kalması dileğiyle…
Ekleme Tarihi: 23 Şubat 2020 - Pazar

Yıkılmayan Krallık: İSTANBUL

                Bilir misiniz? Hani cismiyattan var olan her şeyin bir başlangıcı ve bir sonu vardır. Kurulan ve yıkılan imparatorluklar, kaybolup silinen kavimler…

                Tıpkı bir insan ömrü gibi cihan misafirhanesinde yaşamış ve tarihin karanlık sularına gömülmüşlerdir. Fakat öyle diyarlar, öyle yerler vardır ki üzerinden asırlar geçmesine rağmen değerini yitirmemiş bilakis kıymetini daha da artırmıştır.

                Nereden mi bahsediyoruz? Tabii ki İstanbul’dan…

                Londra’yı bilir misiniz?

                Altın lambanın ışıklarını akşamları bile cömertçe yolladığı üzerinde güneş batmayan imparatorluk olarak lanse edilen İngiltere’nin gözbebeği, kalbi Londra’yı…

                Tüm dünya şüphesi bu soruya “Evet” demektedir.

                Peki ya İstanbul!

                İstanbul…

                Bu şehri tasvir etmek o kadar zor ki…

                Nasıl ki İngilizlerin cismiyattaki batmayan güneşi varsa İstanbul da tarihi, tabiatı, sanatı ve sayamayacağımız birçok güneşinin ışık tuttuğu bir krallıktır.

                İstanbul’u nasıl anlatabiliriz ki…

                Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı, Kapalıçarşı…

                Bu basit kağıt parçasında buraları nasıl gözümüzde canlandırabiliriz. Tarihi canlı yaşarsınız bu şehirde. Ulubatlı Hasan’ın arkadaşlarıyla surları kuşatırsınız, “Allah Allah!” nidalarını duyarsınız İstanbul’da. Orhan Veli ile birlikte gözleriniz kapalı İstanbul’u dinlersiniz İstanbul’da. Boğazkesen’de Ağustos sıcağında sanatın sesine Fatih’in Harç sesi karışır kulağınıza İstanbul’da. Bunlar İstanbul’un okyanus misali zenginliklerinden sadece bir kaçı…

O kadar sevilmiştir ki bu şehir, herkes ona farklı isimlerle hitap etmiştir. Konstantinopolis, Derasaadet, İstanbul…

                İstanbul sadece bir şehir değildir. İstanbul; Fatih’in sevgilisi, Fikret’in yosma kadını, Nedim’in bir taşına bütün İran’ı feda ettiği bir hazine…

                İşte o hazinenin peşinden asırlarca insanlar koşmuş fakat sonunda bu kıymetli hazine şükürler olsun ki biz Türklere kalmıştır.

Asırlarca İstanbul’a yeniden kavuşacağını ümit eden Avrupalı, bu ümidini yitirmiş olacak ki İstanbul’a layık olduğu değeri verip O’na 2010 Avrupa Kültür Başkentliği tacını taktı ve krallığını yeniden hatırladı, çok geç kalmış olsalar da…

                Derler ya bir kızı bin kişi ister bir kişi alır diye. O şehri-i dilberi ki Doğu Roma ile asırlar süren bir birliktelik yaşamış, Fatih sayesinde gerçek aşkını bulmuş Devlet-i Âliyye’ye ve onun mirasçısı Türkiye’ye kavuşmuştur.

                Bu şehri-i dilberinin, bu cennet diyarın dünya döndükçe ülkemizin kalması dileğiyle…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bolbolhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.