yandex

Erbakan’ın Vefat Yıldönümünde Akgül’den dikkat çeken açıklamalar

GÜNDEM (BBH) - Haber Merkezi | 19.02.2024 - 14:26, Güncelleme: 19.02.2024 - 14:34 830+ kez okundu.
 

Erbakan’ın Vefat Yıldönümünde Akgül’den dikkat çeken açıklamalar

Milli Çözüm Dergisi Konya İl Temsilciliği, Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın, 13’üncü vuslat yıldönümü nedeniyle, “Erbakan Hocamızı Anmak Ve Doğru Anlamak” konulu bir program düzenledi.

Soru-Cevap şeklinde hazırlanan programa, Milli Çözüm Dergisi Başyazarı, Siyaset Bilimci ve Düşünür Ahmet Akgül konuşmacı olarak katıldı. Bir katılımcının, "Erbakan Hoca olsaydı, Gazze katliamına engel olacak ve İsrail'i durdurabilecek miydi?" sorusuna Akgül şu cevabı verdi: " Laf değil icraatlarıyla bilinen, 54'üncü Hükümetin Başbakanı, Milli Görüşün Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca’mızın onurlu, şuurlu, milli, güçlü duruşundan dolayı; iktidarda kaldığı 11 aylık süreçte İsrail, Filistin'e karşı bir tek kurşun atma cesareti gösterememiştir. Bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin dağılmasından tam 80 yıl sonra, ilk defa Türk Askerî Birliği Filistin’e gönderilmiştir." Erbakan Hocanın 13. Vuslat Yıldönümü dolayısı ile düzenlenen ve Erbakan Hoca'nın ilmi, fikri ve manevi açıdan en yakın takipçisi kabul edilen Siyaset Bilimci Düşünür Ahmet Akgül'ün katılımıyla gerçekleşen soru cevaplı söyleşi programında katılımcılar dikkat çekici sorular sordular. Akgül'ün sorulan sorulara cevapları da dikkat çekiciydi. İŞTE ERBAKAN HOCA İLE İLGİLİ SORULAN SORULAR VE CEVAPLARI Erbakan Hocamız nasıl bir ilme sahip bulunmaktaydı? - İlim öğrenmenin iki yolu vardır: Biri Kesbi: Mektep ve Medreselerde ve öğreticiler nezaretinde ders okumaktır. Diğeri Vehbi: Allah’ın özel lütfu inayeti ve yüksek zekavet ve kabiliyetiyle çok kısa zamanda büyük merhalelere ulaşmaktır. - Örneğin Medreselerde Molla Cami’ye kadar okuyan Hoca sayılır. Normalde (12-20 yaş) arası 7-8 yılda tamamlanır. Ama üstün zekalılar 4 yılda, Bediüzzaman gibi özel zatlar 1 yılda ulaşır. (Bediüzzaman’ın İşaretül İcaz ve Muhakemet kitaplarını, alimler ve prof.lar bile okuyup anlamakta zorlanır.) Al-i İmran 7. Ayetindeki “RASİHUN” kavramı Kesbi ilme, Al-i İmran 146. Ayetindeki “RİBBİYYUN” kavramı ise Vehbi ilme işaret sayılmıştır. Bir de Fetullah Gülen gibi BELAM tipli sahte Mesih özentili Papalık Misyonerleri ve CIA görevlileri vardır ki; bakınız Gazze’deki soykırıma rağmen, bu Sümüklü Böcek’in İsrail’i ve ABD’yi kınadığı ve Mazlum Filistin’e sahip çıktığı bir tek cümlesine rastlayamazsınız. Erbakan’ı farklı kılan özelliklerinden bazılarını anlatır mısınız? Peygamberler en yüksek ve örnek şahsiyetler makamındadır. Çünkü onlar Allah tarafından özel seçilmiş yüce insanlardır. Bir de büyük devrimlere öncülük etmiş şahsiyetler vardır. İşte Erbakan Hocamızın; Tarihin seyrini değiştirmiş büyük şahsiyetlerden ayrı fazilet ve farklılıkları şunlardır: 1- Hz. Âdem (AS)’dan bizim Peygamberimize (SAV) ve Efendimizden bugüne kadar Erbakan dışında hiçbir zatın karşısında; Hristiyan’ından Yahudi’sine, putperestinden ateistine tüm kâfirlerin ve din istismarcısı münafık kesimlerin böylesine ortaklaşa düşman olarak birleştikleri görülmemiştir. 2- Tarih boyunca hiçbir zatın düşmanlarının; ekonomik, siyasi, teknolojik ve askeri yönden Erbakan Hocamızın düşmanları kadar güçlü oldukları tespit edilmemiştir. 3- Tarih boyunca Erbakan Hocamız dışında hiç kimse; İslam Birliği Teşkilatı, İslam Ortak Pazarı, İslam Kültür İş birliği Teşkilatı, İslam Dinarı, İslam Savunma Paktı gibi evrensel kurumları ve bunlarla ilgili kuralları hazırlayabilmiş değildir. “Adil Düzen” projeleri de Hocamızın bir eseridir. 4- Erbakan Hocamız; toplumun her kesimini hizmet sahasına sokacak ve sorumluluklarını kuşanacak her türlü kurum ve kuruluşu hazırlayıvermiş… Parti, MGV, Hak-İş gibi işçi sendikası, Şuurlu Öğretmenler Vakfı, Esnaf oluşumları ve Avrupa- Amerika Milli Görüş Teşkilatları gibi birimlerle her kesime uygun fırsatlar teşkil etmiştir. 5- Hz. Adem (AS)’dan günümüze kadar; kendi içinden ve çevresinden; makam ve imkân sağladığı, Bakan ve Belediye Başkanı yaptığı, meşhur edip öne çıkardığı kimselerce, Erbakan Hocamız kadar hıyanete uğrayan başka bir zat bilinmemektedir. 6- Tarihin hiçbir döneminde, lider şahsiyetlere yapılan düşmanlık karşılığı Erbakan’ın hainleri kadar böylesine yüksek makam ve imkânlarla ödüllendirilmemiştir. Ona hıyanetin; nicelerine Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlık ve Belediye Başkanlığı kazandırdığı inkâr edilemez bir gerçektir.     7- Siyonist şer cephesinin yüzyıllardır hazırladıkları ve bütün dünyayı hegemonyaları altına soktukları askeri silah sistemlerini boşa çıkartacak, ama çok ucuza mal olacak ve toplu tahribat ve katliamlara yol açmayacak teknolojik bilgi ve projelere sahip ve bunların önemini ve gereğini müdrik Erbakan dışında hiç kimse görülmemiştir. 8- Efendimizden sonra gelen İslam âlimlerinin pek çoğunun sözleri, eserleri ve isimleri şer cepheleri ve Siyonist merkezler tarafından istismar edilebilmiş; onlarla ilgili konferans, seminer ve anma etkinlikleri düzenlenip, kendi şeytani hedefleri yolunda yararlanmaktan çekinmemişlerdir. Ancak ERBAKAN Hocamızın hiçbir sözünü ve projesini istismar edip, kendi hesapları ve çıkarları doğrultusunda kullanmaya girişememişlerdir. Yani ne dış güçler ne işbirlikçiler “Adil Düzen, faizsiz sistem ve İslam Birliği” gibi konuları ağızlarına almaktan bile çekinmektedir. Erbakan Hocamız, görevini tamamladı mı? - Aziz Hocamız: Bir Müslüman olarak kulluk görevlerini, Milli ve Manevi mes’uliyetlerini bihakkın yerine getirmiş bir Zattır. Ama ülkemizde, bölgemizde ve yeryüzünde hedeflediği kutlu değişim ve dönüşümlerin ise; • Bunların alt yapısını • Bilimsel programlarını • Ve Siyonist- Emperyalist odakları hizaya sokacak, savunma sahasındaki teknoloji harikalarını ise hazırlayarak bu dünyadan ayrılmıştır. Yani Erbakan Hocamız bu alanlardaki hedeflerinin %10’unu tamamlamış, %90’ını sadık takipçilerine bırakmıştır. Onların tarihi zafer ve başarıları da, zaten Erbakan’ın başarıları sayılacaktır.   Erbakan Hocamız neden: • Önce ahlak ve maneviyat; • Sonra Ağır Sanayi ve yaygın kalkınma diyerek yola çıkmıştır? - Fakirlik belasına ve geçim darlığına uğrayan kimseler, imani olgunluğa, sabır ve kanaate de sahip bulunmuyorsa… Ve hele televizyon ve sosyal medya sürekli modaya ve lüks hayata teşvik ediyorsa, maalesef gençler veya yetişkinler bu sefer hırsızlığa, haksızlığa ve hayaâsızlığa kaymaktadırlar. Önce bir seferlikle bir şey olmaz diye başlar, sonra kolay kazanç yoluna alışır, ardından daha büyük kötülüklere bulaşırlar… Nihayet “Keşke bunlar günah olmasaydı ve cehennem azabı bulunmasaydı!” diye temenni etmeye başlarlar… Sonra bu vicdan azabından kurtulmak için “Belki de böyle bir hesap ve ceza yoktur!” diyerek küfre kayılmaktadır. Ülkemizde Haim Nahum doktrini uygulanmaktadır: 1- Anadolu insanını aç bırakacaksınız. 2- İşsiz ve çaresiz koyacaksınız. 3- Borca esir edip avucunuza alacaksınız. 4- Doğru İslam anlayışını bozacaksınız. “Fakirlik Küfre Yakındır!” (Hadis-i Şerif) ve “İnsanımızı aç bırakmak, Siyonizm’in bir planıdır!..” (Necmettin Erbakan) sözleri üzerinde durmak lazımdır. Hem ziraat ve hayvancılıkta, hem sanayi ve sanatkârlıkta; gerekli, yeterli ve kaliteli mal üretmek... Bunları ucuz, uygun ve ulaşılır hale getirmek, devletin ve hükümetin en önemli görevlerindendir. Çünkü fakirlik; sosyal, ahlâki ve ailevi sorunların baş sebeplerinden birisidir. Hz. Peygamber Efendimizin “Fakirlik kafirliğe yakındır!..” buyurması bunun içindir. Çünkü ekonomik yetersizlik, işsizlik, fakirlik... Evinin, eşinin ve aile fertlerinin en zaruri ihtiyaçlarını bile karşılayamayan bir çaresizlik, her türlü kötülüğe yol açabilir. Cenab-ı Hak, Habibine hitaben: “(Allah) Seni fakir (ve çaresiz bir garip halinde) bulup da zengin (ve yetkin) kılmadı mı?” (Duhâ Suresi: 8) ayetinde bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Mü’minun Suresi 4. ayeti de fakirlikten kurtulmak için çalışmamızı ve Adil bir Düzen kurmamızı istemektedir. “Onlar (mü’minlerden kurtulacak olanlar) zekât (verecek şekilde helâl kazanmak ve zekât vergisini uygulayacak adil bir düzeni kurmak) için çalışıp gerekli çabayı sarf edenlerdir.” Erbakan Hocamızın Tarihi Uyarıları! Erbakan Hocamız, ekonomik ve teknolojik kalkınmayı gerçekleştirmeden, dış güçlerin ve Şeytani çevrelerin esaretinden kurtulamayacağımızı şöyle vurgulamışlardı: “Şu anda Hollanda'da bir inekten günde 50 kg süt alınırken, siz burada yerli ineğimizden halâ en fazla 5 kg süt alıyorsanız; öyle topa, tanka bile gerek kalmadan, Hollanda gavuru bizi sütle boğar, peynir ve tereyağı tenekeleriyle kafalarımızı kırar!..” Peygamberimiz Medine'ye hicretlerinde, ilk emir ve icraatlarından birisi de, genellikle Yahudilerin güdümünde bulunan çarşı-pazarı Müslümanların eline geçmesini teşvik etmesidir. Çünkü “Fakirlik küfre ve kötülüğe sürükleyen bir etkendir.” (Hadis- Beyhaki) Hz. Peygamberimiz: “Allah'ım fakirlik fitnesinden Sana sığınırım!” diye dua etmiştir. (Buhari - deavat; 46) İmam-ı Azam Ebu Hanife Hz.lerinin: “Bir konuyu fakru zaruret içinde kıvrananlarla istişare etmeyiniz. Çünkü onların zihinleri geçim sıkıntısı ile meşgul haldedir!..” uyarıları da bunun içindir. Peygamberimizin Ekonomik Bağımsızlık Kararı ve Medine Pazarı Ahir zaman Nebisi ve Kıyamete kadar her konuda Ümmetin rehberi olan Hz. Peygamber (SAV) de iktisadi bağımsızlığın öneminin muhakkak ki çok iyi farkındaydı. Allah’ın inayeti ve tecrübelerin kazandırdığı feraseti ile, Medine’ye hicretin hemen sonrasında ilk icraat olarak siyasi ve iktisadi yönden -şartların elverdiği oranda hatta şartları zorlayarak- mümkün mertebe güçlü bir devlet tesis etmeyi hedef almıştı. Allah Resulü’nün (SAV) Devletleşmenin bu denli önemli olmasından dolayı, Medine’ye gelişi ile beraber üç önemli kurumu öncelikle oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kurumlar, cami, pazar ve vakıftır.   Erbakan Hocamız kaç çeşit kadrolar hazırlamıştır? Erbakan Hocamızın söylemi ve daveti açık, ama siyaset ve stratejisi kapalıydı. Büyük Liderler hem hazırlık sürecinde hem de iktidar döneminde, kendilerinden yararlanmak üzere farklı kadrolar yetiştirmek veya mevcutları değerlendirmek durumundadır. Bunları: A- Teşkilat kadroları, B- Bürokratik kadrolar, C- Teknik ve akademik kadrolar, D- Stratejik kadrolar, E- Kiralık ve vitrinlik kadrolar. Şeklinde sıralamak ve sınıflandırmak mümkündür. A- Teşkilat Kadrosu: Bir davaya inanmış insanlardan, teşkilatın değişik kademelerinde görev alıp sorumluluk yüklenenlerdir. Bu hem hizmet görmelerini hem teşkilat bünyesinde eğitilip pişirilmelerini hem de bazılarının dökülüp elenmelerini netice verir. Bu bakımdan teşkilatlar, staj görme ve çıraklıktan ustalığa geçme mektepleri gibidir. Bu kadrolar statik (durgun) yığınları ve samimi taraftarları, diri ve dinamik bir hale getirmek için de önemlidir. B- Bürokratik Kadro: Milletvekilliği, Bakanlık, Belediye Başkanlığı, Müsteşarlık, Genel Müdürlük gibi siyasi ve idari görevler ve yetkiler, hizmete yatkınlığı ve harekete yakınlığı olan kimselere verilir. Böylece; kendilerinin birikim ve deneyimlerinden yararlanıldığı gibi, bilgi ve başarı oranları da anlaşılır. En önemlisi de samimiyet ve sadakat ayarları belirlenir, daha ağır görev ve sorumluluklar için hazır hale getirilir. Nasıl ki, yeni üretilen bir ilacın insan yerine önce fare, tavşan gibi bir hayvan üzerinde denenmesi gerekir. Çünkü aksi tesir yaparsa, zarar gören insanın telafisi mümkün değildir. Bunun gibi, özellikle stratejik görevlere getirilecek insanların da iktidar döneminde devlete zarar vermemeleri için, parti sürecinde test edilmesi oldukça önemlidir. C- Teknik ve Akademik Kadro: Bunlar, kendi sahalarında yetişmiş uzman kimselerdir... Hem geçiş sürecinde hem de iktidar döneminde bu hazır teknik ve akademik kadrolar, karakter ve kabiliyetleri doğrultusunda değerlendirilir. Yetişmiş hiçbir elemanı israf etmek doğru değildir. Öğretmen, Mühendis, Doktor ve Teknisyen gibi her dalda yetişmiş bütün kadrolar; verimli ve düzenli yeni bir sistem disiplini içerisinde, en hayırlı hale getirilir. Düşünceleri ve yaşam biçimleri ne olursa olsun, dürüst ve dengeli olmak şartıyla, herkese hizmet imkânı verilir. D- Stratejik Kadro: Bunlar bir davaya tam ve sağlam inanmış... Defalarca denenmiş ve sadakatini ispatlamış… Hem dışarıdaki muarızların hem teşkilattaki münafıkların siyaset ve hıyanetlerini herkesten önce kavramış ve onlara uygun mücadele metotlarını başlatmış olan ve yıpratılmamak için Liderden sonraki sürece bırakılan çok seçkin kimselerdir. Bunlar, öyle tayin edilerek ve resmi görev ve yetkiler verilerek belirlenmeyecektir. Herkese, açık fırsatlar ve çok ağır şartlar içerisinde ve tabii bir süreçte yetişip olgunlaşmalarına imkân verilecektir. Belki uzun zaman öne çıkarılmayacak, hedef haline getirilip yıpratılmalarına müsaade edilmeyecektir. Bunların sayısı çok azdır, ama özgül ağırlığı olan bir ekiptir. Böyle özel ve stratejik bir kadroya sahip olmayan Liderler ve hareketler, devrimleri gerçekleştirseler bile, onların sürekli ve sistemli bir medeniyete dönüşmesini sağlamaları mümkün değildir. Bunlar davanın ve devrimin sigortaları hükmündedir. Bunlar, kısa zamanda ve hak etmeden yükselenler ve sonra çark ederek düşenler ve değişenler gibi değildir. Bunlar, başkalarının hizmeti ve alın teri üzerinden şöhret ve etikete ulaşmış bedavacı tipler de değildir. Bir hareketin geleceği ve güvencesi; az ve öz de olsa, böylesine seçkin ve seviyeli bir ekiptir. Çünkü “Kem âlât ile kemâlât olmayacağı” kesindir. Yani kötü ve çürük malzeme ile, olgun ve sağlam eserler meydana getirilemeyecektir. Çürük tahtanın çivi tuttuğu görülmemiştir.   Hocamız ADİL DÜZEN’İ nasıl hazırlatmıştır? - O dönemde ilim ve içtihat kafasına sahip Ak Evler ekibine belirli konularla ilgili yeni ve ilmi projeler yapmalarını ve gelip Kendisine de anlatmalarını istiyorlardı. Erbakan Hocamız bu ekibin hazırladıkları programları dinlerken; • Hem yanlışlarını hatırlatmaktaydı… • Hem noksanlarını tamamlamaktaydı… • Hem de gereksiz kısımları çıkarmakta, böylece onları da hayranlık ve şaşkınlığa uğratmaktalardı. Aziz Hocamızın Adil Düzen programlarını -ki Kendileri 4 ana başlık üzerinde durmuşlardı- şimdi 10 başlık halinde tamamlamak ve 5 dile çevirip dünyadaki tüm ilim erbabına ve devlet adamlarına gönderme nasibi Milli Çözüm’e kalmıştı.   Niye sıkça ve özel bir çabayla Erbakan Hocamızdan örnekler veriyorsunuz? a) Herhangi bir ilmi, bilgiyi, projeyi, hikmetli-ibretli vecizeyi kimden dinleyip öğrenmişseniz onu zikretmeniz ve belirtmeniz gerekir. Aksine o bilgiyi kendinize mâl edersiniz. Bu da ilim hırsızlığı gibidir. b) Ne Erbakan’dan önce, ne Ondan sonra: 1- Müslümanlar ve mazlumlar birlik ve dirliğe nasıl ulaşır, nasıl güç ve etkinlik kazanır? sorusuna ciddi, gerçekçi ve ilmi bir yanıt veren bir lider çıkmamıştı. 1- İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı 2- İslam Ortak Pazarı 3- İslam Dinarı 4- İslam Savunma Paktı 5- İslam İlim ve Kültür Vakfı gibi oluşumları, hiç kimse ortaya atmamıştı. Bazı kafalara göre, İslam Birliğini kurmak için Suriye ve Irak’tan başlayıp tüm İslam coğrafyasını zorla ve silahla bize katacağız?! Böyle 1000 yıl geçse imkansızdı. İşte “4-P” formülü yeterli olacaktı. - Yani; • Pazar ortak • Pasaport ortak • Para ortak • Plan proje ortak olunca fikri ve fiili birlik kendiliğinden sağlanacaktı. Her ülke kendi sınırlarında ve bağımsız kalacaktı.   AKP,28 Şubat Darbesinin meyvesi mi, yoksa Mücadelecisi mi sayılmalıdır? - Malûm ve mel’un 28 Şubat Darbesinin sinsi ve siyonist amaçlarından birisi de; Mağdur rolüyle ve Milli Görüşün devamı diyerek, AKP’yi iktidara taşımak ve Haim Nahum Doktrininin 4. Maddesi olan “Doğru İslam anlayışını bozmak ve toplumu yozlaştırmak” görevini Erdoğan’a yaptırmaktı. Bakınız: • Kısmen başörtüsü serbestisi sağlandı, ama zina suç olmaktan çıkarıldı. • Güya İmam Hatip Okulları çoğaltıldı, ama DEİZM, Ateizm gibi sapkınlıklar azdırıldı. • Ayasofya’nın alt katı ibadete açıldı, ama İsrail’le Normalleşme Anlaşması yapıldı. • İHA’lar, SİHA’lar havalandı, ama motorları bile dışarıdan alınmaktaydı. TOGG’un elektrik motoru bile Alman BOSCH firmasından sağlanmaktaydı. Özetle; Eğer Erdoğan Dış güçlerle anlaşıp, iktidar olma aşkıyla Erbakan’a hıyanete kalkışmasaydı, bugün bambaşka bir dünyada, onurlu ve huzurlu yaşamış olacaktık. AKP’nin, 28 Şubat’ın eseri olduğunun bir kanıtı da Meral Akşener’in tavrıdır: Refah-Yol’un İçişleri Bakanı iken Akşener'in salonda unuttuğu veya kasıtlı olarak bıraktığı not; Komutanlarla Erbakan iktidarının arasını iyice açmıştı! Her şey, 26 Nisan 1997 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu toplantı salonunda unutulan bir sayfalık notla başlamıştı. Oysa o gün toplantı sakin ve olumlu bir hava içinde yapılmıştı. 28 Şubat 1997 tarihli toplantıda fırtınalar koparılmış, 18 maddelik, muhtıra gibi önlemler paketinin Başbakanlığa sevki kararı alınmıştı. Herkes bundan sonraki ilk toplantıda da fırtınalar kopacağını beklerken, 31 Mart'taki MGK'da askerler bu defa sessiz kalmışlardı. 26 Nisan'daki toplantıda ise Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam'ın eğitim reformu konusunda bakanlık olarak hazırladıkları yasa tasarısı hakkında verdiği izahat asker kanatta büyük memnuniyetle karşılanmıştı. Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller'in Sağlam'ın açıklamalarına katıldıklarını belli etmeleriyle birlikte, hava yumuşamıştı. Komutanlar ve hükümet üyeleri salondan çıkmış, görevliler her zamanki gibi masaları toplamaya başlamıştı. Toplantılar MGK Sekreteryası tarafından organize edildiği için, masanın yerleştirme düzeninden, kurul üyelerinin önüne konacak sümen, bloknot ve kaleme kadar her ayrıntının hazırlığı MGK personeli tarafından yapılmaktaydı!.. Masanın üzerindeki garip belgeyi kim ve niye bırakmıştı? Cumhuriyet tarihinin en ilginç köstebek olayını ortaya çıkaran gelişme, işte o an başlamıştı. MGK görevlileri, masanın üstünde kalan bloknot ve kalemleri toplarken, ilk bakışta anlam veremedikleri tuhaf bir belge bulmuşlardı. Bakanların oturduğu bölümde kağıtların arasından çıkan bu belge tek sayfaydı. Üzerinde kime ait olduğunu gösteren herhangi bir not ya da antet bulunmamaktaydı. Üstelik imzasızdı. Belgenin kime ait olduğunu kestirmek güç olmadı. Çünkü, kağıdın bulunduğu bölümde kısa bir süre öncesine kadar İçişleri Bakanı Meral Akşener oturmaktaydı. İşte Akşener'in unutkanlıkla (veya ustalıkla) masada bıraktığı bu kağıt parçasında yer alan hassas bilgiler, devletin tepesine bir yıldırım gibi patlayacak ve Ordu-hükümet ilişkilerinde var olan gerilimi iyice tırmandıracaktı. Akşener'in masada unuttuğu kağıt, yaklaşık iki hafta sonra Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda ortaya çıkartılan Sarmusak skandalına giden sürecin ilk adımıydı. Şimdi belgenin içeriğine bakalım! Bu belge, bir Bülent Orakoğlu yapımıydı. Üzerinde Genelkurmay'ı ziyaret edenlerin listesi yazılıydı. Akşener'in ‘‘yukarıdan'' gelen telkinlerle Mart ayının ortasında Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı'na getirdiği Bülent Orakoğlu'nun tespit edilen ilk icraatıydı. Belge, iki bölümden oluşan bir istihbarat notu olmaktaydı. Birinci bölümde, Genelkurmay karargahına yapılan önemli giriş çıkışlara ilişkin tespitler yer almıştı. Bu tespitlerde, bir dizi plaka numarası ve bu plakaların kime ait olduğuna ilişkin bilgiler, isimler yazılmıştı. Örneğin, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç'ın Genelkurmay karargahına giriş yaptığı, ardından Çankaya Köşkü'ne çıktığı, yeniden Genelkurmay'a döndüğü saat saat anlatılmaktaydı. MİT, GK. Karargahını da takibe almıştı! Komutanlar, polisin kendilerini gözetlemekte olduğunu ilk kez o gün, yani 26 Nisan tarihinde anlamış ve dehşete kapılmışlardı. Notun ikinci bölümündeki bilgiler daha az vahim sayılmazdı! Emniyet, gözcülerini yalnızca Genelkurmay'ın önüne yerleştirmekle kalmamıştı. Polis istihbaratı, gözünü ve kulaklarını aynı zamanda Milli İstihbarat Teşkilatı'na çevirmiş durumdaydı. Bu bölümde, MİT'e yapılan giriş ve çıkışlara ilişkin tespitler, plaka numaraları, isimler yer almaktaydı. Orakoğlu, MİT'in Yenimahalle'deki merkezinin giriş kapılarının çevresine de bir gözleme ağı kurmuşlardı. Nottan anlaşıldığına göre, MİT'i ziyaret edenler arasında Genelkurmay Başkanlığı'ndan dört temsilci de vardı. Bu nitelikte bir olay Cumhuriyet tarihinde ilk kez yaşanmaktaydı. Asli görevi, asayişi koruma ve terörle mücadele olan Emniyet istihbaratı, bunları bırakıp devletin iki önemli kurumu Genelkurmay ve MİT'i takibe almaya ayırmıştı. Genelkurmay ve MİT'e gelip gidenler polis casuslar tarafından günlük olarak izleniyor, bu ziyaretlerin işaret ettiği faaliyet istihbaratçı gözüyle ‘‘kıymetlendiriliyor'' ve bilgi notu halinde Orakoğlu'na, ondan da Meral Akşener'e iletiliyordu. Üstelik bu kumpaslardan Başbakan Erbakan’ın hiç haberi ve bilgisi yoktu! Aynı Meral Akşener, AKP’nin kurucuları arasına katılmıştı.   Erbakan’a göre Laiklik ve Demokrasiyi nasıl anlamalıyız? - Peygamber Efendimizin MEDİNE SÖZLEŞMESİ örneği doğru laiklik, İslam’a uygun bir kavramdır. Erbakan Hoca’nın: “Gelin anayasamıza, laikliğin tanımını ve Türkçe karşılığını yazalım!” teklifi hep duymazlıktan gelinmiştir. Çünkü kötü niyetli ve bozuk tıynetli bir kesim, İslam düşmanlığı yapabilmek için, Laikliğin hep böyle muğlak (kapalı) kalmasını istemişlerdir. Laiklik: Din hizmetleriyle devlet işlerinin birbirinden ayrılması ise, yerindedir. Laiklik: Farklı din ve mezhep mensuplarına, devletin ve adaletin aynı mesafede kalması ise, güzeldir. Laiklik: Değişik din ve düşünceye sahip kesimlerin, birlikte hoşgörü ve barış içerisinde yaşama şartlarının hazırlanması ise, tabiî ki gereklidir. Laiklik: Devletin ve düzenin, belli bir inancın veya din adamları sınıfının güdümüne bırakılmaması ise, elbette isabetlidir. Laiklik: Herhangi bir dine veya dinsizliğe mensup olmanın, devlet ve hukuk önünde; ne özel bir imtiyaz ve hürmet, ne de kasıtlı bir mağduriyet ve mahrumiyet nedeni sayılmaması ise, herhalde sahiplenmelidir. Ancak; Laiklik: Bir ülkenin anayasaları yapılırken ve diğer gerekli kanun ve kurumları hazırlanırken, toplumu oluşturan unsurların ve hele kahir çoğunluğun “dinini, manevi değerlerini, gelenek ve göreneklerini, örf ve adetlerini hiç hesaba katmama, esas almama” şeklinde ifade edilmek isteniyorsa, bu hem imkânsızdır, hem haksızlıktır, hem de yararsızdır! Evet, kanaatimce, çok kullanılan Demokrasi ve Laiklik gibi "Kelime"lerin artık izahı ve ıslahı gerekmektedir. Laiklik; "Devlet düzenini, din adamları sınıfının ve din istismarının güdümünden kurtarmak, farklı din ve mezhep mensuplarının, birlikte barış içinde yaşama şartlarını hazırlamak" amacını ve anlamını belirten, evrensel bir kurum ve kavram olarak düşünülmekte ve düşlenmektedir, ki bu anlamda güzel ve gereklidir. Demokrasi ise, "Halkın her kesiminin, aktif ve etkin olarak yönetime katılması, zorbaların ve devrim yobazlarının köleliğinden kurtarılması ve insan onuruna yakışır bir hürriyet ve haysiyet ortamının hazırlanması" heves ve hayalinin bir simgesi olarak dile getirilmektedir, ki bu amaçla önemli ve önceliklidir. Bu iki anlam ve amaç, temelde İslam'ın ruhuna da uygun düşmektedir. "Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğru ile yanlış açıklanmıştır" (Bakara: 256) ve "Sizin dininiz size, Benim dinim Banadır" (Kâfirûn: 6) ayetlerinde bu amaçtaki laikliğe işaret edilmektedir. "Onların (yönetim) işleri aralarında şura (danışma ve dayanışma) iledir. Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaş(acak ve haklarını koruyacak kurum ve kuralları oluşturmaktad)ırlar” (Şura: 38-39) ayetleri ise yine bu anlamdaki demokrasiye uygun görülmektedir. Ne var ki özellikle ülkemizde, maalesef bugüne kadar laiklik adına bazılarınca din düşmanlığı yapılmış, dindarlar hayattan ve hükümetten dışlanmış, ve laiklik; "Dine baskı hükümeti" veya "Dine karşı olanların hâkimiyeti" şeklinde uygulanmıştır. İşte, bu yanlış ve haksız uygulamalar yüzündendir ki, laiklik denince bazı kesimlerin kafasında hemen din düşmanlığı algılanmaktadır. Ve yine demokrasi, pek çok ülkede ve Türkiye’mizde, "Diktatörlüğün, saltanat yerine seçimle yürütülmesi... Krallığın Firavunlardan Karunlara (sömürücü sermaye baronlarına) devredilmesi... Mutlu bir azınlığın, demokrat köleler yapılan çoğunluğa hükmetmesi" şeklinde yozlaştırılmıştır. İstismarcılık ve suistimalcilik yüzünden ülkenin çivisi çıkmıştı!.. Anayasa Mahkemesi ile iktidar ortakları biribirlerine savaş açmıştı. Yargıtay ile AYM biribirine sataşmakta, alınan kararları geçersiz saymaktaydı… Evet, ülkenin çivisi çıkmıştı ve acil müdahale kaçınılmazdı!.. AYM Başkanı Zühtü Arslan’dan Sert Uyarı! Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan 'uygulanmayan AYM' kararlarıyla ilgili "Beğenmeyip katılmayabiliriz ama AYM kararlarının uygulanması bir anayasal zorunluluktur" uyarısı yapmıştı. Arslan’ın konuşması sırasında salonda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise konuşma yapmadan ayrılmıştı. Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) yeni üyesi Yılmaz Akçil için Anayasa Mahkemesi Yüce Divan Salonu'nda yemin töreni yapılmış, törene, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da katılmıştı. Yargıtay'ın TİP Milletvekili Can Atalay'ın tahliye edilmesi yönündeki AYM kararına uymamasının ve Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesinin yankıları sürerken, AYM Başkanı Zühtü Arslan, yemin töreni sırasında ve Sn. Erdoğan’ın yüzüne karşı çok net ifadeler kullanmıştı. Konuşmasında "Bireysel başvuru Türk yargı tarihinin en büyük yargı reformlarından biridir” vurgusu yapan Arslan, "Kesinleşen bir karara karşı bireysel başvuru yapıldığında da artık anayasayı yorumlamak ve uygulamak konusunda nihai yetki Anayasa Mahkemesi'ne verilmiştir. Bu bağlamda temyizden geçerek kesinleşmiş yargı kararlarından sonra AYM’nin verdiği karar ve yaptığı yorumdan sonra “görüş farklılıklarının bulunduğu” gerekçesiyle AYM kararlarına uyulmamasının hiçbir anayasal ve yasal zemini yoktur" sözleriyle kimi hedef aldığı açıktı.     Erbakan Hocamızın da şimdi Sizin de, söylediğiniz pek çok konuya önce itiraz ediliyor, ama sonunda hep Siz haklı çıkıyorsunuz! Bunu neye bağlıyorsunuz? - Biz önce “doğru”ları ve “yanlış”ları sağlam tespit ediyoruz. Kanaat ve kararlarımızı bunların üzerine kuruyoruz. 1- Aklı selim 2- Müspet ilim 3- Vicdani tatmin 4- Tarihi deneyim ve birikim 5- Evrensel hukuk ve ahlak kaideleri 6- Kur’an’ı Kerim. Bu altı esasın ortaklaşa ve ittifakla “iyi, yararlı ve güzel” buldukları DOĞRU… Bu altı esasın “kötü, zararlı ve çirkin” buldukları ise YANLIŞ’tır. Bu sağlam teraziyi kullanan, Allah’ın izniyle asla şaşmayacaktır.   Erbakan Hoca olsaydı, Gazze katliamına engel olacak ve İsrail’i durduracak mıydı? - Haziran 1996- Haziran 1997 arasında, 11 ay kadar iktidarda kalan Refah-Yol’un efsane Başbakanı Erbakan döneminde, İsrail bir tek Filistinlinin burnunu kanatamamış ve bir kurşun bile sıkamamıştı. Açın tarihi belgelere ve internet sitelerine bakın, ne dediğimizi anlayacaksınız. Erdoğan ise, sözde her neye karşı çıkıyorsa, özde o işin ve çevrelerin hizmetkarıdır. Merhum, Dünya İslam Gençlik Teşkilatları Genel Başkanı, Lübnan asıllı Mustafa Tahhan hatıralarında anlatmıştı. Kendisi hem Erbakan sadıkı, hem Türk hayranıydı. İstismarcı Türkçülerden önce “Müslüman Türk Dünyası ve Sorunları” kitabını yazmıştı. Mustafa Tahhan, Kuveyt’te sürgün yaşamaktaydı. Ailesi ise Lübnan’ın Ak Deniz’e bakan dağlık bir köyünde bulunmaktaydı. 1997 başlarında gizlice ailesinin köyüne varmıştı. Ama MOSSAD bunu haber almış ve özel bir suikast timini peşine takmıştı. Köyünün sarıldığını gece yarısı anlamış ve son çare Başbakan Erbakan’ı aramıştı. O gece yarısı, hemen İskenderun’daki savaş gemilerimiz Beyrut’a doğru yola çıkarılmış, bunu öğrenen İsrail canileri hemen geri kaçmak zorunda kalmışlardı. Bir de şimdikilere bakınız; Kuduz İsrail Gazze’de soykırım yaparken 3 ay boyunca yaklaşık 1000 gemi akaryakıt, gıda, silah ve mühimmat malzemesi yolladıklarını TÜİK’in resmi sitesinden alıp yayınladık… Hatta bunun üzerine bu verileri siteden kaldırdılar!   Erbakan’ın 1974 Kıbrıs Zaferindeki payı ne orandadır? Erbakan’ın Kararlılığı ve TSK’nın Kahramanlığı sayesinde KKTC vardır! Deniz Baykal ve Alparslan Türkeş Kıbrıs’a müdahale konusunda Erbakan’a destek çıkmışlardı. Ecevit ve Demirel engel olmaya çalışmışlardı. Erbakan Hoca CHP ile yapılan protokolde “Başbakanın yurt dışına çıkması halinde Başbakan Yardımcısı olarak vekil değil Tam yetkili Başbakan temsilcisi olacağı” notunu yazdırmıştı. Hoca, Bülent Ecevit ve Oğuzhan Asiltürk’ü görüşmeler yapmak üzere Londra’ya yolladı. Hemen ardından Komutanlara “En kısa süreçte Kıbrıs’a müdahale” talimatını aktarmıştı… Kıbrıs Çıkarması sırasında Erbakan Hocamızın taktiği ile helikopterlerimizden önce saman doldurulmuş, insan görünümlü çuvallar aşağı atılmıştı… Yunan Kuvvetleri bunları imha için bütün silahlarını ve imkânlarını harcamışlardı! İkincisinde ise helikopterlerden gerçek askerlerimiz atlamıştı. Yunanlılar “Bu sefer silahlarımızı boşa harcamayacağız!” diyerek yine saman çuvalları sanıp mermi sıkmamışlardı. Bu taktikle Yunanlılar şaşırtılmıştı. Bazı küçük beyinlerin, büyük olayları idrak etmesini beklemek boşunadır. Kindar ve kıskanç kimselere, Lider şahsiyetlerin birtakım üstün başarılarını kabul ettirmek gerçekten kolay olmamaktadır. Bu bakımdan, Erbakan Hoca’nın, 74 Kıbrıs Zaferi’ni hafife alanların ve asıl kahramanlığı Ecevit’e yamamaya çalışanların bu tavırları da, ya bu olayın boyutlarını kavrayamadıklarından veya kıskançlık damarlarındandır. Demirel, Ecevit ve Özal dönemleri Masonik Medya’nın, hem Kıbrıs konusunda hem diğer tarihi ve talihli atılımlarında, Erbakan’ı yok sayma veya Onun başarılarını başkalarına yamama nankörlüğünü, maalesef 20 yıllık iktidarları boyunca AKP’li kurmayları ve yandaşları da sürdürmeye çalışmışlardır. Şimdi Kıbrıs Barış Harekâtı’nın hem stratejik, hem psikolojik, hem de siyasi ve askeri sahadaki üstün başarılarının ve mutlu sonuçlarının bir kısmını hatırlatalım: Her şeyden önce bilinmesi ve kabul edilmesi gereken gerçek şudur ki, 74 Kıbrıs Harekâtı’nın asıl mimarı ve kahramanı Erbakan'dır. Sadece muhalefetteki Demirel’in Adalet Partisi değil, koalisyon ortağı Ecevit’in Halk Partisi de böyle bir harekâta karşıydı. Çünkü korkuyorlardı ve Amerika ve Avrupa'nın baskısı nedeniyle çıkarma yapmaya cesaret edemiyorlardı. Hükümetin CHP kanadının bu harekâta razı edilmesi için, Erbakan'ın ilk mücadelesini koalisyon içerisinde ve Büyük Millet Meclisi’nde kazandığını belirtmemiz lazımdır. Umuyorum ki pek yakın bir gelecekte, bütün bu gerçekler, belgeleriyle ortaya konulacak ve milletimiz olup bitenleri o zaman daha iyi anlayacaktır. Bilindiği gibi 15 Temmuz 1974’te Sampson adlı EOKA’cı, Kıbrıs’ta Makaryos’u devirip darbe yapmış ve adayı Yunanistan’a katacağını ilan etmiş bulunmaktaydı. Artık Kıbrıs’a müdahale etmemiz kaçınılmazdı. Ama maalesef hem Ecevit, hem de başta Demirel olmak üzere bütün muhalefet, askeri çıkarmayı çılgınlık olarak nitelemekte ve karşı çıkmaktaydı. Sonunda İngiliz Başkanı Callaghan’la konuyu görüşmek üzere Ecevit, Oğuzhan Asiltürk’le birlikte Londra’ya gönderiliyor, böylece Erbakan, artık tam yetkili başbakan vekili oluyordu. Erbakan Hoca, CHP ile koalisyon protokolüne, “Başbakan’ın (Ecevit’in) yurt dışına çıkması durumunda, Başbakan Yardımcısının “Her konuda ve tam yetkili sayılması” şartını yazdırıyor ve bu maddenin ne işe yarayacağının ve ne maksatla kullanılacağının farkına kimse varmıyordu!? Havaalanında Ecevit uğurlandıktan hemen sonra, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ve Kuvvet Komutanları; Erbakan’la birlikte özel bir odaya geçiyor ve orada bulunan Süleyman Arif Emre Bey bile içeri alınmıyordu. Bu uzun ve tarihi toplantıda, Kıbrıs’a derhal çıkarma kararı üzerinde anlaşmaya varılıyordu. Kuvvet Komutanları: “Yıllardır böylesine onurlu ve olumlu bir karara hasret çektiklerini... Düşmanların dikkatini çekmesin diye, dağıtılarak Dörtyol, İskenderun ve Mersin’de konuşlandırılan birliklerimizin çıkarmaya hazır hale gelmesi için 2-3 gün gerekeceğini” bildiriyordu. Bu arada daha önce İnönü ve Demirel’in yaptığı gibi verilen karardan geri dönülmemesi için, Erbakan’dan özellikle ricada bulunuyorlardı. Ve artık Ecevit, Türkiye’ye döndüğünde alınan bu karar gereği, hazırlıkları tamamlanan ve Kıbrıs’a doğru yola çıkan kahraman Ordu’muza mani olmaya kalkışamıyordu. - Ecevit, Kıbrıs çıkarması ve sonrasında: 1- Önce çıkarmaya çekingen ve ürkek davranmak, kararın alınmasını uzatmak ve Rumlara vakit kazandırmak, 2- Batı’nın baskısıyla, daha çıkarmanın ilk gününde Bakanlar Kurulu’nu toplayarak “ateşkes kararı” için çırpınmak, 3- Bu ateşkes kararını saat 17.00’yi bile beklemeden gündüz 11.00’de açıklamak, 4- “Kanton Çözüm” gibi yanlış ve milli çıkarlarımıza aykırı bir öneriyi karşı tarafa acelecilikle sunmak, 5- 2’nci Harekâta şiddetle karşı çıkmak ve harekâtın durdurulması için koalisyon ortağından habersiz gizli talimatlar yağdırmak, 6- Kıbrıs’ta Ordu’muzun rahatlıkla alabileceği stratejik ve ekonomik bölgelerin ele geçmesine engel olmak, 7- Maraş’ı boş bırakıp pazarlık gücümüzü zayıflatmak, 8- “Federe Devlet” sözünü ağzına sakız yapıp Kıbrıs’ta kesin ve kalıcı bir çözümü zora sokmak gibi; 8 tane tarihi ve talihsiz hata yapmıştır. Ama buna rağmen Kıbrıs Fatihi rolü oynamaktan da geri durmamıştır. Erbakan Hocanın Başbakan Yardımcısı olarak Kıbrıs çabalarına o süreçte Deniz Baykal ve Alparslan Türkeş destek çıkmışlar, Ecevit ve Demirel engel olmaya çalışmışlardı. Bir kurmay subayımız aktarmıştı. Kıbrıs Harekatı öncesi Erbakan Hocamız bir Hava üssüne uğramış ve onlarca kahraman pilotumuzu toplamıştı. Onlara: "Biz Kıbrıs'a çıkarma yaparken ABD ve AB ülkeleri, hatta NATO'ya bağlı Harp Gemileri önümüze çıkıp, engel olmaya kalkışırlarsa, içinizden kamikaze dalışı (uçağıyla düşman gemisine intihar saldırısı) yapacak gönüllü pilotlarımız bir adım öne çıksın!.." buyurmuşlardı. Bunun üzerine pilotlarımızın tamamı öne fırlamışlardı!.. Bunları anlatan kurmay subayımıza: "Peki, size göre, Erbakan Hocamız niye böyle bir şey yapmıştı?" diye sorunca: "Herhalde pilotlarımızın kahramanlık ve kararlılığını ortaya çıkarmak için" şeklinde yanıtlamışlardı. Kendilerine, "Evet, bu da bir sebep olabilir, ama asıl neden, orada bulunan yetkili ve rütbeli birisinin, bu olayı NATO görevlilerine aktaracağını kestirmiş olmasıydı. Böylece peşinen onların moralini kırmaya çalışmıştı!.." deyince, "Bu stratejik zekanız için sizi tebrik ediyorum" diye iltifatlar yağdırmıştı.   Erbakan Hocanın kurup yönlendirdiği evrensel İslami hareketlerden bazılarını örneklerle hatırlatır mısınız? • Erbakan Hocamız önce Tarihi D-8 birlikteliğini sağlamış, Şii İran’la Sünni İslam Dünyasını tek çatı altında buluşturup barıştırmayı başarmış ve İslam Birliğinin temellerini atmıştır. • İkinci çarpıcı örnek ise bugün İsrail’i dize getiren HAMAS’ın kuruluşunda ve hazırlanışında en büyük pay Erbakan Hocamızındır.
Milli Çözüm Dergisi Konya İl Temsilciliği, Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın, 13’üncü vuslat yıldönümü nedeniyle, “Erbakan Hocamızı Anmak Ve Doğru Anlamak” konulu bir program düzenledi.

Soru-Cevap şeklinde hazırlanan programa, Milli Çözüm Dergisi Başyazarı, Siyaset Bilimci ve Düşünür Ahmet Akgül konuşmacı olarak katıldı.

Bir katılımcının, "Erbakan Hoca olsaydı, Gazze katliamına engel olacak ve İsrail'i durdurabilecek miydi?" sorusuna Akgül şu cevabı verdi:

" Laf değil icraatlarıyla bilinen, 54'üncü Hükümetin Başbakanı, Milli Görüşün Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca’mızın onurlu, şuurlu, milli, güçlü duruşundan dolayı; iktidarda kaldığı 11 aylık süreçte İsrail, Filistin'e karşı bir tek kurşun atma cesareti gösterememiştir. Bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin dağılmasından tam 80 yıl sonra, ilk defa Türk Askerî Birliği Filistin’e gönderilmiştir."

Erbakan Hocanın 13. Vuslat Yıldönümü dolayısı ile düzenlenen ve Erbakan Hoca'nın ilmi, fikri ve manevi açıdan en yakın takipçisi kabul edilen Siyaset Bilimci Düşünür Ahmet Akgül'ün katılımıyla gerçekleşen soru cevaplı söyleşi programında katılımcılar dikkat çekici sorular sordular. Akgül'ün sorulan sorulara cevapları da dikkat çekiciydi.

İŞTE ERBAKAN HOCA İLE İLGİLİ SORULAN SORULAR VE CEVAPLARI

Erbakan Hocamız nasıl bir ilme sahip bulunmaktaydı?

- İlim öğrenmenin iki yolu vardır:

Biri Kesbi: Mektep ve Medreselerde ve öğreticiler nezaretinde ders okumaktır.

Diğeri Vehbi: Allah’ın özel lütfu inayeti ve yüksek zekavet ve kabiliyetiyle çok kısa zamanda büyük merhalelere ulaşmaktır.

- Örneğin Medreselerde Molla Cami’ye kadar okuyan Hoca sayılır. Normalde (12-20 yaş) arası 7-8 yılda tamamlanır. Ama üstün zekalılar 4 yılda, Bediüzzaman gibi özel zatlar 1 yılda ulaşır. (Bediüzzaman’ın İşaretül İcaz ve Muhakemet kitaplarını, alimler ve prof.lar bile okuyup anlamakta zorlanır.)

Al-i İmran 7. Ayetindeki “RASİHUN” kavramı Kesbi ilme, Al-i İmran 146. Ayetindeki “RİBBİYYUN” kavramı ise Vehbi ilme işaret sayılmıştır.

Bir de Fetullah Gülen gibi BELAM tipli sahte Mesih özentili Papalık Misyonerleri ve CIA görevlileri vardır ki; bakınız Gazze’deki soykırıma rağmen, bu Sümüklü Böcek’in İsrail’i ve ABD’yi kınadığı ve Mazlum Filistin’e sahip çıktığı bir tek cümlesine rastlayamazsınız.

Erbakan’ı farklı kılan özelliklerinden bazılarını anlatır mısınız?

Peygamberler en yüksek ve örnek şahsiyetler makamındadır. Çünkü onlar Allah tarafından özel seçilmiş yüce insanlardır. Bir de büyük devrimlere öncülük etmiş şahsiyetler vardır.

İşte Erbakan Hocamızın; Tarihin seyrini değiştirmiş büyük şahsiyetlerden ayrı fazilet ve farklılıkları şunlardır:

1- Hz. Âdem (AS)’dan bizim Peygamberimize (SAV) ve Efendimizden bugüne kadar Erbakan dışında hiçbir zatın karşısında; Hristiyan’ından Yahudi’sine, putperestinden ateistine tüm kâfirlerin ve din istismarcısı münafık kesimlerin böylesine ortaklaşa düşman olarak birleştikleri görülmemiştir.

2- Tarih boyunca hiçbir zatın düşmanlarının; ekonomik, siyasi, teknolojik ve askeri yönden Erbakan Hocamızın düşmanları kadar güçlü oldukları tespit edilmemiştir.

3- Tarih boyunca Erbakan Hocamız dışında hiç kimse; İslam Birliği Teşkilatı, İslam Ortak Pazarı, İslam Kültür İş birliği Teşkilatı, İslam Dinarı, İslam Savunma Paktı gibi evrensel kurumları ve bunlarla ilgili kuralları hazırlayabilmiş değildir. “Adil Düzen” projeleri de Hocamızın bir eseridir.

4- Erbakan Hocamız; toplumun her kesimini hizmet sahasına sokacak ve sorumluluklarını kuşanacak her türlü kurum ve kuruluşu hazırlayıvermiş… Parti, MGV, Hak-İş gibi işçi sendikası, Şuurlu Öğretmenler Vakfı, Esnaf oluşumları ve Avrupa- Amerika Milli Görüş Teşkilatları gibi birimlerle her kesime uygun fırsatlar teşkil etmiştir.

5- Hz. Adem (AS)’dan günümüze kadar; kendi içinden ve çevresinden; makam ve imkân sağladığı, Bakan ve Belediye Başkanı yaptığı, meşhur edip öne çıkardığı kimselerce, Erbakan Hocamız kadar hıyanete uğrayan başka bir zat bilinmemektedir.

6- Tarihin hiçbir döneminde, lider şahsiyetlere yapılan düşmanlık karşılığı Erbakan’ın hainleri kadar böylesine yüksek makam ve imkânlarla ödüllendirilmemiştir. Ona hıyanetin; nicelerine Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlık ve Belediye Başkanlığı kazandırdığı inkâr edilemez bir gerçektir.    

7- Siyonist şer cephesinin yüzyıllardır hazırladıkları ve bütün dünyayı hegemonyaları altına soktukları askeri silah sistemlerini boşa çıkartacak, ama çok ucuza mal olacak ve toplu tahribat ve katliamlara yol açmayacak teknolojik bilgi ve projelere sahip ve bunların önemini ve gereğini müdrik Erbakan dışında hiç kimse görülmemiştir.

8- Efendimizden sonra gelen İslam âlimlerinin pek çoğunun sözleri, eserleri ve isimleri şer cepheleri ve Siyonist merkezler tarafından istismar edilebilmiş; onlarla ilgili konferans, seminer ve anma etkinlikleri düzenlenip, kendi şeytani hedefleri yolunda yararlanmaktan çekinmemişlerdir. Ancak ERBAKAN Hocamızın hiçbir sözünü ve projesini istismar edip, kendi hesapları ve çıkarları doğrultusunda kullanmaya girişememişlerdir. Yani ne dış güçler ne işbirlikçiler “Adil Düzen, faizsiz sistem ve İslam Birliği” gibi konuları ağızlarına almaktan bile çekinmektedir.

Erbakan Hocamız, görevini tamamladı mı?

- Aziz Hocamız: Bir Müslüman olarak kulluk görevlerini, Milli ve Manevi mes’uliyetlerini bihakkın yerine getirmiş bir Zattır.

Ama ülkemizde, bölgemizde ve yeryüzünde hedeflediği kutlu değişim ve dönüşümlerin ise;

• Bunların alt yapısını

• Bilimsel programlarını

• Ve Siyonist- Emperyalist odakları hizaya sokacak, savunma sahasındaki teknoloji harikalarını ise hazırlayarak bu dünyadan ayrılmıştır. Yani Erbakan Hocamız bu alanlardaki hedeflerinin %10’unu tamamlamış, %90’ını sadık takipçilerine bırakmıştır. Onların tarihi zafer ve başarıları da, zaten Erbakan’ın başarıları sayılacaktır.

 

Erbakan Hocamız neden:

• Önce ahlak ve maneviyat;

• Sonra Ağır Sanayi ve yaygın kalkınma diyerek yola çıkmıştır?

- Fakirlik belasına ve geçim darlığına uğrayan kimseler, imani olgunluğa, sabır ve kanaate de sahip bulunmuyorsa… Ve hele televizyon ve sosyal medya sürekli modaya ve lüks hayata teşvik ediyorsa, maalesef gençler veya yetişkinler bu sefer hırsızlığa, haksızlığa ve hayaâsızlığa kaymaktadırlar. Önce bir seferlikle bir şey olmaz diye başlar, sonra kolay kazanç yoluna alışır, ardından daha büyük kötülüklere bulaşırlar… Nihayet “Keşke bunlar günah olmasaydı ve cehennem azabı bulunmasaydı!” diye temenni etmeye başlarlar… Sonra bu vicdan azabından kurtulmak için “Belki de böyle bir hesap ve ceza yoktur!” diyerek küfre kayılmaktadır.

Ülkemizde Haim Nahum doktrini uygulanmaktadır:

1- Anadolu insanını aç bırakacaksınız.

2- İşsiz ve çaresiz koyacaksınız.

3- Borca esir edip avucunuza alacaksınız.

4- Doğru İslam anlayışını bozacaksınız.

“Fakirlik Küfre Yakındır!” (Hadis-i Şerif) ve “İnsanımızı aç bırakmak, Siyonizm’in bir planıdır!..” (Necmettin Erbakan) sözleri üzerinde durmak lazımdır.

Hem ziraat ve hayvancılıkta, hem sanayi ve sanatkârlıkta; gerekli, yeterli ve kaliteli mal üretmek... Bunları ucuz, uygun ve ulaşılır hale getirmek, devletin ve hükümetin en önemli görevlerindendir. Çünkü fakirlik; sosyal, ahlâki ve ailevi sorunların baş sebeplerinden birisidir. Hz. Peygamber Efendimizin “Fakirlik kafirliğe yakındır!..” buyurması bunun içindir. Çünkü ekonomik yetersizlik, işsizlik, fakirlik... Evinin, eşinin ve aile fertlerinin en zaruri ihtiyaçlarını bile karşılayamayan bir çaresizlik, her türlü kötülüğe yol açabilir. Cenab-ı Hak, Habibine hitaben: “(Allah) Seni fakir (ve çaresiz bir garip halinde) bulup da zengin (ve yetkin) kılmadı mı?” (Duhâ Suresi: 8) ayetinde bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Mü’minun Suresi 4. ayeti de fakirlikten kurtulmak için çalışmamızı ve Adil bir Düzen kurmamızı istemektedir.

“Onlar (mü’minlerden kurtulacak olanlar) zekât (verecek şekilde helâl kazanmak ve zekât vergisini uygulayacak adil bir düzeni kurmak) için çalışıp gerekli çabayı sarf edenlerdir.”

Erbakan Hocamızın Tarihi Uyarıları!

Erbakan Hocamız, ekonomik ve teknolojik kalkınmayı gerçekleştirmeden, dış güçlerin ve Şeytani çevrelerin esaretinden kurtulamayacağımızı şöyle vurgulamışlardı:

“Şu anda Hollanda'da bir inekten günde 50 kg süt alınırken, siz burada yerli ineğimizden halâ en fazla 5 kg süt alıyorsanız; öyle topa, tanka bile gerek kalmadan, Hollanda gavuru bizi sütle boğar, peynir ve tereyağı tenekeleriyle kafalarımızı kırar!..”

Peygamberimiz Medine'ye hicretlerinde, ilk emir ve icraatlarından birisi de, genellikle Yahudilerin güdümünde bulunan çarşı-pazarı Müslümanların eline geçmesini teşvik etmesidir.

Çünkü “Fakirlik küfre ve kötülüğe sürükleyen bir etkendir.” (Hadis- Beyhaki) Hz. Peygamberimiz: “Allah'ım fakirlik fitnesinden Sana sığınırım!” diye dua etmiştir. (Buhari - deavat; 46)

İmam-ı Azam Ebu Hanife Hz.lerinin: “Bir konuyu fakru zaruret içinde kıvrananlarla istişare etmeyiniz. Çünkü onların zihinleri geçim sıkıntısı ile meşgul haldedir!..” uyarıları da bunun içindir.

Peygamberimizin Ekonomik Bağımsızlık Kararı ve Medine Pazarı

Ahir zaman Nebisi ve Kıyamete kadar her konuda Ümmetin rehberi olan Hz. Peygamber (SAV) de iktisadi bağımsızlığın öneminin muhakkak ki çok iyi farkındaydı. Allah’ın inayeti ve tecrübelerin kazandırdığı feraseti ile, Medine’ye hicretin hemen sonrasında ilk icraat olarak siyasi ve iktisadi yönden -şartların elverdiği oranda hatta şartları zorlayarak- mümkün mertebe güçlü bir devlet tesis etmeyi hedef almıştı. Allah Resulü’nün (SAV) Devletleşmenin bu denli önemli olmasından dolayı, Medine’ye gelişi ile beraber üç önemli kurumu öncelikle oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kurumlar, cami, pazar ve vakıftır.

 

Erbakan Hocamız kaç çeşit kadrolar hazırlamıştır?

Erbakan Hocamızın söylemi ve daveti açık, ama siyaset ve stratejisi kapalıydı.

Büyük Liderler hem hazırlık sürecinde hem de iktidar döneminde, kendilerinden yararlanmak üzere farklı kadrolar yetiştirmek veya mevcutları değerlendirmek durumundadır. Bunları:

A- Teşkilat kadroları,

B- Bürokratik kadrolar,

C- Teknik ve akademik kadrolar,

D- Stratejik kadrolar,

E- Kiralık ve vitrinlik kadrolar.

Şeklinde sıralamak ve sınıflandırmak mümkündür.

A- Teşkilat Kadrosu: Bir davaya inanmış insanlardan, teşkilatın değişik kademelerinde görev alıp sorumluluk yüklenenlerdir. Bu hem hizmet görmelerini hem teşkilat bünyesinde eğitilip pişirilmelerini hem de bazılarının dökülüp elenmelerini netice verir. Bu bakımdan teşkilatlar, staj görme ve çıraklıktan ustalığa geçme mektepleri gibidir. Bu kadrolar statik (durgun) yığınları ve samimi taraftarları, diri ve dinamik bir hale getirmek için de önemlidir.

B- Bürokratik Kadro: Milletvekilliği, Bakanlık, Belediye Başkanlığı, Müsteşarlık, Genel Müdürlük gibi siyasi ve idari görevler ve yetkiler, hizmete yatkınlığı ve harekete yakınlığı olan kimselere verilir. Böylece; kendilerinin birikim ve deneyimlerinden yararlanıldığı gibi, bilgi ve başarı oranları da anlaşılır. En önemlisi de samimiyet ve sadakat ayarları belirlenir, daha ağır görev ve sorumluluklar için hazır hale getirilir. Nasıl ki, yeni üretilen bir ilacın insan yerine önce fare, tavşan gibi bir hayvan üzerinde denenmesi gerekir. Çünkü aksi tesir yaparsa, zarar gören insanın telafisi mümkün değildir. Bunun gibi, özellikle stratejik görevlere getirilecek insanların da iktidar döneminde devlete zarar vermemeleri için, parti sürecinde test edilmesi oldukça önemlidir.

C- Teknik ve Akademik Kadro: Bunlar, kendi sahalarında yetişmiş uzman kimselerdir... Hem geçiş sürecinde hem de iktidar döneminde bu hazır teknik ve akademik kadrolar, karakter ve kabiliyetleri doğrultusunda değerlendirilir. Yetişmiş hiçbir elemanı israf etmek doğru değildir. Öğretmen, Mühendis, Doktor ve Teknisyen gibi her dalda yetişmiş bütün kadrolar; verimli ve düzenli yeni bir sistem disiplini içerisinde, en hayırlı hale getirilir. Düşünceleri ve yaşam biçimleri ne olursa olsun, dürüst ve dengeli olmak şartıyla, herkese hizmet imkânı verilir.

D- Stratejik Kadro: Bunlar bir davaya tam ve sağlam inanmış... Defalarca denenmiş ve sadakatini ispatlamış… Hem dışarıdaki muarızların hem teşkilattaki münafıkların siyaset ve hıyanetlerini herkesten önce kavramış ve onlara uygun mücadele metotlarını başlatmış olan ve yıpratılmamak için Liderden sonraki sürece bırakılan çok seçkin kimselerdir. Bunlar, öyle tayin edilerek ve resmi görev ve yetkiler verilerek belirlenmeyecektir. Herkese, açık fırsatlar ve çok ağır şartlar içerisinde ve tabii bir süreçte yetişip olgunlaşmalarına imkân verilecektir. Belki uzun zaman öne çıkarılmayacak, hedef haline getirilip yıpratılmalarına müsaade edilmeyecektir. Bunların sayısı çok azdır, ama özgül ağırlığı olan bir ekiptir.

Böyle özel ve stratejik bir kadroya sahip olmayan Liderler ve hareketler, devrimleri gerçekleştirseler bile, onların sürekli ve sistemli bir medeniyete dönüşmesini sağlamaları mümkün değildir. Bunlar davanın ve devrimin sigortaları hükmündedir. Bunlar, kısa zamanda ve hak etmeden yükselenler ve sonra çark ederek düşenler ve değişenler gibi değildir. Bunlar, başkalarının hizmeti ve alın teri üzerinden şöhret ve etikete ulaşmış bedavacı tipler de değildir.

Bir hareketin geleceği ve güvencesi; az ve öz de olsa, böylesine seçkin ve seviyeli bir ekiptir. Çünkü “Kem âlât ile kemâlât olmayacağı” kesindir. Yani kötü ve çürük malzeme ile, olgun ve sağlam eserler meydana getirilemeyecektir. Çürük tahtanın çivi tuttuğu görülmemiştir.

 

Hocamız ADİL DÜZEN’İ nasıl hazırlatmıştır?

- O dönemde ilim ve içtihat kafasına sahip Ak Evler ekibine belirli konularla ilgili yeni ve ilmi projeler yapmalarını ve gelip Kendisine de anlatmalarını istiyorlardı. Erbakan Hocamız bu ekibin hazırladıkları programları dinlerken;

• Hem yanlışlarını hatırlatmaktaydı…

• Hem noksanlarını tamamlamaktaydı…

• Hem de gereksiz kısımları çıkarmakta, böylece onları da hayranlık ve şaşkınlığa uğratmaktalardı.

Aziz Hocamızın Adil Düzen programlarını -ki Kendileri 4 ana başlık üzerinde durmuşlardı- şimdi 10 başlık halinde tamamlamak ve 5 dile çevirip dünyadaki tüm ilim erbabına ve devlet adamlarına gönderme nasibi Milli Çözüm’e kalmıştı.

 

Niye sıkça ve özel bir çabayla Erbakan Hocamızdan örnekler veriyorsunuz?

a) Herhangi bir ilmi, bilgiyi, projeyi, hikmetli-ibretli vecizeyi kimden dinleyip öğrenmişseniz onu zikretmeniz ve belirtmeniz gerekir. Aksine o bilgiyi kendinize mâl edersiniz. Bu da ilim hırsızlığı gibidir.

b) Ne Erbakan’dan önce, ne Ondan sonra:

1- Müslümanlar ve mazlumlar birlik ve dirliğe nasıl ulaşır, nasıl güç ve etkinlik kazanır? sorusuna ciddi, gerçekçi ve ilmi bir yanıt veren bir lider çıkmamıştı.

1- İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı

2- İslam Ortak Pazarı

3- İslam Dinarı

4- İslam Savunma Paktı

5- İslam İlim ve Kültür Vakfı gibi oluşumları, hiç kimse ortaya atmamıştı.

Bazı kafalara göre, İslam Birliğini kurmak için Suriye ve Irak’tan başlayıp tüm İslam coğrafyasını zorla ve silahla bize katacağız?! Böyle 1000 yıl geçse imkansızdı. İşte “4-P” formülü yeterli olacaktı.

- Yani; • Pazar ortak • Pasaport ortak • Para ortak • Plan proje ortak olunca fikri ve fiili birlik kendiliğinden sağlanacaktı. Her ülke kendi sınırlarında ve bağımsız kalacaktı.

 

AKP,28 Şubat Darbesinin meyvesi mi, yoksa Mücadelecisi mi sayılmalıdır?

- Malûm ve mel’un 28 Şubat Darbesinin sinsi ve siyonist amaçlarından birisi de; Mağdur rolüyle ve Milli Görüşün devamı diyerek, AKP’yi iktidara taşımak ve Haim Nahum Doktrininin 4. Maddesi olan “Doğru İslam anlayışını bozmak ve toplumu yozlaştırmak” görevini Erdoğan’a yaptırmaktı. Bakınız:

• Kısmen başörtüsü serbestisi sağlandı, ama zina suç olmaktan çıkarıldı.

• Güya İmam Hatip Okulları çoğaltıldı, ama DEİZM, Ateizm gibi sapkınlıklar azdırıldı.

• Ayasofya’nın alt katı ibadete açıldı, ama İsrail’le Normalleşme Anlaşması yapıldı.

• İHA’lar, SİHA’lar havalandı, ama motorları bile dışarıdan alınmaktaydı. TOGG’un elektrik motoru bile Alman BOSCH firmasından sağlanmaktaydı.

Özetle; Eğer Erdoğan Dış güçlerle anlaşıp, iktidar olma aşkıyla Erbakan’a hıyanete kalkışmasaydı, bugün bambaşka bir dünyada, onurlu ve huzurlu yaşamış olacaktık.

AKP’nin, 28 Şubat’ın eseri olduğunun bir kanıtı da Meral Akşener’in tavrıdır:

Refah-Yol’un İçişleri Bakanı iken Akşener'in salonda unuttuğu veya kasıtlı olarak bıraktığı not; Komutanlarla Erbakan iktidarının arasını iyice açmıştı!

Her şey, 26 Nisan 1997 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu toplantı salonunda unutulan bir sayfalık notla başlamıştı. Oysa o gün toplantı sakin ve olumlu bir hava içinde yapılmıştı. 28 Şubat 1997 tarihli toplantıda fırtınalar koparılmış, 18 maddelik, muhtıra gibi önlemler paketinin Başbakanlığa sevki kararı alınmıştı. Herkes bundan sonraki ilk toplantıda da fırtınalar kopacağını beklerken, 31 Mart'taki MGK'da askerler bu defa sessiz kalmışlardı. 26 Nisan'daki toplantıda ise Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam'ın eğitim reformu konusunda bakanlık olarak hazırladıkları yasa tasarısı hakkında verdiği izahat asker kanatta büyük memnuniyetle karşılanmıştı. Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller'in Sağlam'ın açıklamalarına katıldıklarını belli etmeleriyle birlikte, hava yumuşamıştı. Komutanlar ve hükümet üyeleri salondan çıkmış, görevliler her zamanki gibi masaları toplamaya başlamıştı. Toplantılar MGK Sekreteryası tarafından organize edildiği için, masanın yerleştirme düzeninden, kurul üyelerinin önüne konacak sümen, bloknot ve kaleme kadar her ayrıntının hazırlığı MGK personeli tarafından yapılmaktaydı!..

Masanın üzerindeki garip belgeyi kim ve niye bırakmıştı?

Cumhuriyet tarihinin en ilginç köstebek olayını ortaya çıkaran gelişme, işte o an başlamıştı. MGK görevlileri, masanın üstünde kalan bloknot ve kalemleri toplarken, ilk bakışta anlam veremedikleri tuhaf bir belge bulmuşlardı. Bakanların oturduğu bölümde kağıtların arasından çıkan bu belge tek sayfaydı. Üzerinde kime ait olduğunu gösteren herhangi bir not ya da antet bulunmamaktaydı. Üstelik imzasızdı. Belgenin kime ait olduğunu kestirmek güç olmadı. Çünkü, kağıdın bulunduğu bölümde kısa bir süre öncesine kadar İçişleri Bakanı Meral Akşener oturmaktaydı.

İşte Akşener'in unutkanlıkla (veya ustalıkla) masada bıraktığı bu kağıt parçasında yer alan hassas bilgiler, devletin tepesine bir yıldırım gibi patlayacak ve Ordu-hükümet ilişkilerinde var olan gerilimi iyice tırmandıracaktı. Akşener'in masada unuttuğu kağıt, yaklaşık iki hafta sonra Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda ortaya çıkartılan Sarmusak skandalına giden sürecin ilk adımıydı.

Şimdi belgenin içeriğine bakalım!

Bu belge, bir Bülent Orakoğlu yapımıydı. Üzerinde Genelkurmay'ı ziyaret edenlerin listesi yazılıydı. Akşener'in ‘‘yukarıdan'' gelen telkinlerle Mart ayının ortasında Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı'na getirdiği Bülent Orakoğlu'nun tespit edilen ilk icraatıydı. Belge, iki bölümden oluşan bir istihbarat notu olmaktaydı. Birinci bölümde, Genelkurmay karargahına yapılan önemli giriş çıkışlara ilişkin tespitler yer almıştı. Bu tespitlerde, bir dizi plaka numarası ve bu plakaların kime ait olduğuna ilişkin bilgiler, isimler yazılmıştı. Örneğin, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç'ın Genelkurmay karargahına giriş yaptığı, ardından Çankaya Köşkü'ne çıktığı, yeniden Genelkurmay'a döndüğü saat saat anlatılmaktaydı. MİT, GK. Karargahını da takibe almıştı! Komutanlar, polisin kendilerini gözetlemekte olduğunu ilk kez o gün, yani 26 Nisan tarihinde anlamış ve dehşete kapılmışlardı.

Notun ikinci bölümündeki bilgiler daha az vahim sayılmazdı!

Emniyet, gözcülerini yalnızca Genelkurmay'ın önüne yerleştirmekle kalmamıştı. Polis istihbaratı, gözünü ve kulaklarını aynı zamanda Milli İstihbarat Teşkilatı'na çevirmiş durumdaydı. Bu bölümde, MİT'e yapılan giriş ve çıkışlara ilişkin tespitler, plaka numaraları, isimler yer almaktaydı. Orakoğlu, MİT'in Yenimahalle'deki merkezinin giriş kapılarının çevresine de bir gözleme ağı kurmuşlardı. Nottan anlaşıldığına göre, MİT'i ziyaret edenler arasında Genelkurmay Başkanlığı'ndan dört temsilci de vardı.

Bu nitelikte bir olay Cumhuriyet tarihinde ilk kez yaşanmaktaydı. Asli görevi, asayişi koruma ve terörle mücadele olan Emniyet istihbaratı, bunları bırakıp devletin iki önemli kurumu Genelkurmay ve MİT'i takibe almaya ayırmıştı. Genelkurmay ve MİT'e gelip gidenler polis casuslar tarafından günlük olarak izleniyor, bu ziyaretlerin işaret ettiği faaliyet istihbaratçı gözüyle ‘‘kıymetlendiriliyor'' ve bilgi notu halinde Orakoğlu'na, ondan da Meral Akşener'e iletiliyordu. Üstelik bu kumpaslardan Başbakan Erbakan’ın hiç haberi ve bilgisi yoktu! Aynı Meral Akşener, AKP’nin kurucuları arasına katılmıştı.

 

Erbakan’a göre Laiklik ve Demokrasiyi nasıl anlamalıyız?

- Peygamber Efendimizin MEDİNE SÖZLEŞMESİ örneği doğru laiklik, İslam’a uygun bir kavramdır.

Erbakan Hoca’nın: “Gelin anayasamıza, laikliğin tanımını ve Türkçe karşılığını yazalım!” teklifi hep duymazlıktan gelinmiştir. Çünkü kötü niyetli ve bozuk tıynetli bir kesim, İslam düşmanlığı yapabilmek için, Laikliğin hep böyle muğlak (kapalı) kalmasını istemişlerdir.

Laiklik: Din hizmetleriyle devlet işlerinin birbirinden ayrılması ise, yerindedir.

Laiklik: Farklı din ve mezhep mensuplarına, devletin ve adaletin aynı mesafede kalması ise, güzeldir.

Laiklik: Değişik din ve düşünceye sahip kesimlerin, birlikte hoşgörü ve barış içerisinde yaşama şartlarının hazırlanması ise, tabiî ki gereklidir.

Laiklik: Devletin ve düzenin, belli bir inancın veya din adamları sınıfının güdümüne bırakılmaması ise, elbette isabetlidir.

Laiklik: Herhangi bir dine veya dinsizliğe mensup olmanın, devlet ve hukuk önünde; ne özel bir imtiyaz ve hürmet, ne de kasıtlı bir mağduriyet ve mahrumiyet nedeni sayılmaması ise, herhalde sahiplenmelidir.

Ancak; Laiklik: Bir ülkenin anayasaları yapılırken ve diğer gerekli kanun ve kurumları hazırlanırken, toplumu oluşturan unsurların ve hele kahir çoğunluğun “dinini, manevi değerlerini, gelenek ve göreneklerini, örf ve adetlerini hiç hesaba katmama, esas almama” şeklinde ifade edilmek isteniyorsa, bu hem imkânsızdır, hem haksızlıktır, hem de yararsızdır!

Evet, kanaatimce, çok kullanılan Demokrasi ve Laiklik gibi "Kelime"lerin artık izahı ve ıslahı gerekmektedir.

Laiklik; "Devlet düzenini, din adamları sınıfının ve din istismarının güdümünden kurtarmak, farklı din ve mezhep mensuplarının, birlikte barış içinde yaşama şartlarını hazırlamak" amacını ve anlamını belirten, evrensel bir kurum ve kavram olarak düşünülmekte ve düşlenmektedir, ki bu anlamda güzel ve gereklidir.

Demokrasi ise, "Halkın her kesiminin, aktif ve etkin olarak yönetime katılması, zorbaların ve devrim yobazlarının köleliğinden kurtarılması ve insan onuruna yakışır bir hürriyet ve haysiyet ortamının hazırlanması" heves ve hayalinin bir simgesi olarak dile getirilmektedir, ki bu amaçla önemli ve önceliklidir. Bu iki anlam ve amaç, temelde İslam'ın ruhuna da uygun düşmektedir.

"Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğru ile yanlış açıklanmıştır" (Bakara: 256) ve "Sizin dininiz size, Benim dinim Banadır" (Kâfirûn: 6) ayetlerinde bu amaçtaki laikliğe işaret edilmektedir. "Onların (yönetim) işleri aralarında şura (danışma ve dayanışma) iledir. Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaş(acak ve haklarını koruyacak kurum ve kuralları oluşturmaktad)ırlar” (Şura: 38-39) ayetleri ise yine bu anlamdaki demokrasiye uygun görülmektedir.

Ne var ki özellikle ülkemizde, maalesef bugüne kadar laiklik adına bazılarınca din düşmanlığı yapılmış, dindarlar hayattan ve hükümetten dışlanmış, ve laiklik; "Dine baskı hükümeti" veya "Dine karşı olanların hâkimiyeti" şeklinde uygulanmıştır. İşte, bu yanlış ve haksız uygulamalar yüzündendir ki, laiklik denince bazı kesimlerin kafasında hemen din düşmanlığı algılanmaktadır. Ve yine demokrasi, pek çok ülkede ve Türkiye’mizde, "Diktatörlüğün, saltanat yerine seçimle yürütülmesi... Krallığın Firavunlardan Karunlara (sömürücü sermaye baronlarına) devredilmesi... Mutlu bir azınlığın, demokrat köleler yapılan çoğunluğa hükmetmesi" şeklinde yozlaştırılmıştır.

İstismarcılık ve suistimalcilik yüzünden ülkenin çivisi çıkmıştı!..

Anayasa Mahkemesi ile iktidar ortakları biribirlerine savaş açmıştı. Yargıtay ile AYM biribirine sataşmakta, alınan kararları geçersiz saymaktaydı… Evet, ülkenin çivisi çıkmıştı ve acil müdahale kaçınılmazdı!..

AYM Başkanı Zühtü Arslan’dan Sert Uyarı!

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan 'uygulanmayan AYM' kararlarıyla ilgili "Beğenmeyip katılmayabiliriz ama AYM kararlarının uygulanması bir anayasal zorunluluktur" uyarısı yapmıştı. Arslan’ın konuşması sırasında salonda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise konuşma yapmadan ayrılmıştı. Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) yeni üyesi Yılmaz Akçil için Anayasa Mahkemesi Yüce Divan Salonu'nda yemin töreni yapılmış, törene, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da katılmıştı. Yargıtay'ın TİP Milletvekili Can Atalay'ın tahliye edilmesi yönündeki AYM kararına uymamasının ve Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesinin yankıları sürerken, AYM Başkanı Zühtü Arslan, yemin töreni sırasında ve Sn. Erdoğan’ın yüzüne karşı çok net ifadeler kullanmıştı.

Konuşmasında "Bireysel başvuru Türk yargı tarihinin en büyük yargı reformlarından biridir” vurgusu yapan Arslan, "Kesinleşen bir karara karşı bireysel başvuru yapıldığında da artık anayasayı yorumlamak ve uygulamak konusunda nihai yetki Anayasa Mahkemesi'ne verilmiştir. Bu bağlamda temyizden geçerek kesinleşmiş yargı kararlarından sonra AYM’nin verdiği karar ve yaptığı yorumdan sonra “görüş farklılıklarının bulunduğu” gerekçesiyle AYM kararlarına uyulmamasının hiçbir anayasal ve yasal zemini yoktur" sözleriyle kimi hedef aldığı açıktı.

 

 

Erbakan Hocamızın da şimdi Sizin de, söylediğiniz pek çok konuya önce itiraz ediliyor, ama sonunda hep Siz haklı çıkıyorsunuz! Bunu neye bağlıyorsunuz?

- Biz önce “doğru”ları ve “yanlış”ları sağlam tespit ediyoruz. Kanaat ve kararlarımızı bunların üzerine kuruyoruz.

1- Aklı selim 2- Müspet ilim 3- Vicdani tatmin 4- Tarihi deneyim ve birikim 5- Evrensel hukuk ve ahlak kaideleri 6- Kur’an’ı Kerim.

Bu altı esasın ortaklaşa ve ittifakla “iyi, yararlı ve güzel” buldukları DOĞRU… Bu altı esasın “kötü, zararlı ve çirkin” buldukları ise YANLIŞ’tır. Bu sağlam teraziyi kullanan, Allah’ın izniyle asla şaşmayacaktır.

 

Erbakan Hoca olsaydı, Gazze katliamına engel olacak ve İsrail’i durduracak mıydı?

- Haziran 1996- Haziran 1997 arasında, 11 ay kadar iktidarda kalan Refah-Yol’un efsane Başbakanı Erbakan döneminde, İsrail bir tek Filistinlinin burnunu kanatamamış ve bir kurşun bile sıkamamıştı. Açın tarihi belgelere ve internet sitelerine bakın, ne dediğimizi anlayacaksınız.

Erdoğan ise, sözde her neye karşı çıkıyorsa, özde o işin ve çevrelerin hizmetkarıdır.

Merhum, Dünya İslam Gençlik Teşkilatları Genel Başkanı, Lübnan asıllı Mustafa Tahhan hatıralarında anlatmıştı. Kendisi hem Erbakan sadıkı, hem Türk hayranıydı. İstismarcı Türkçülerden önce “Müslüman Türk Dünyası ve Sorunları” kitabını yazmıştı.

Mustafa Tahhan, Kuveyt’te sürgün yaşamaktaydı. Ailesi ise Lübnan’ın Ak Deniz’e bakan dağlık bir köyünde bulunmaktaydı. 1997 başlarında gizlice ailesinin köyüne varmıştı. Ama MOSSAD bunu haber almış ve özel bir suikast timini peşine takmıştı. Köyünün sarıldığını gece yarısı anlamış ve son çare Başbakan Erbakan’ı aramıştı. O gece yarısı, hemen İskenderun’daki savaş gemilerimiz Beyrut’a doğru yola çıkarılmış, bunu öğrenen İsrail canileri hemen geri kaçmak zorunda kalmışlardı. Bir de şimdikilere bakınız; Kuduz İsrail Gazze’de soykırım yaparken 3 ay boyunca yaklaşık 1000 gemi akaryakıt, gıda, silah ve mühimmat malzemesi yolladıklarını TÜİK’in resmi sitesinden alıp yayınladık… Hatta bunun üzerine bu verileri siteden kaldırdılar!

 

Erbakan’ın 1974 Kıbrıs Zaferindeki payı ne orandadır?

Erbakan’ın Kararlılığı ve TSK’nın Kahramanlığı sayesinde KKTC vardır!

Deniz Baykal ve Alparslan Türkeş Kıbrıs’a müdahale konusunda Erbakan’a destek çıkmışlardı. Ecevit ve Demirel engel olmaya çalışmışlardı. Erbakan Hoca CHP ile yapılan protokolde “Başbakanın yurt dışına çıkması halinde Başbakan Yardımcısı olarak vekil değil Tam yetkili Başbakan temsilcisi olacağı” notunu yazdırmıştı.

Hoca, Bülent Ecevit ve Oğuzhan Asiltürk’ü görüşmeler yapmak üzere Londra’ya yolladı. Hemen ardından Komutanlara “En kısa süreçte Kıbrıs’a müdahale” talimatını aktarmıştı…

Kıbrıs Çıkarması sırasında Erbakan Hocamızın taktiği ile helikopterlerimizden önce saman doldurulmuş, insan görünümlü çuvallar aşağı atılmıştı… Yunan Kuvvetleri bunları imha için bütün silahlarını ve imkânlarını harcamışlardı! İkincisinde ise helikopterlerden gerçek askerlerimiz atlamıştı. Yunanlılar “Bu sefer silahlarımızı boşa harcamayacağız!” diyerek yine saman çuvalları sanıp mermi sıkmamışlardı. Bu taktikle Yunanlılar şaşırtılmıştı.

Bazı küçük beyinlerin, büyük olayları idrak etmesini beklemek boşunadır. Kindar ve kıskanç kimselere, Lider şahsiyetlerin birtakım üstün başarılarını kabul ettirmek gerçekten kolay olmamaktadır. Bu bakımdan, Erbakan Hoca’nın, 74 Kıbrıs Zaferi’ni hafife alanların ve asıl kahramanlığı Ecevit’e yamamaya çalışanların bu tavırları da, ya bu olayın boyutlarını kavrayamadıklarından veya kıskançlık damarlarındandır. Demirel, Ecevit ve Özal dönemleri Masonik Medya’nın, hem Kıbrıs konusunda hem diğer tarihi ve talihli atılımlarında, Erbakan’ı yok sayma veya Onun başarılarını başkalarına yamama nankörlüğünü, maalesef 20 yıllık iktidarları boyunca AKP’li kurmayları ve yandaşları da sürdürmeye çalışmışlardır.

Şimdi Kıbrıs Barış Harekâtı’nın hem stratejik, hem psikolojik, hem de siyasi ve askeri sahadaki üstün başarılarının ve mutlu sonuçlarının bir kısmını hatırlatalım:

Her şeyden önce bilinmesi ve kabul edilmesi gereken gerçek şudur ki, 74 Kıbrıs Harekâtı’nın asıl mimarı ve kahramanı Erbakan'dır. Sadece muhalefetteki Demirel’in Adalet Partisi değil, koalisyon ortağı Ecevit’in Halk Partisi de böyle bir harekâta karşıydı. Çünkü korkuyorlardı ve Amerika ve Avrupa'nın baskısı nedeniyle çıkarma yapmaya cesaret edemiyorlardı. Hükümetin CHP kanadının bu harekâta razı edilmesi için, Erbakan'ın ilk mücadelesini koalisyon içerisinde ve Büyük Millet Meclisi’nde kazandığını belirtmemiz lazımdır. Umuyorum ki pek yakın bir gelecekte, bütün bu gerçekler, belgeleriyle ortaya konulacak ve milletimiz olup bitenleri o zaman daha iyi anlayacaktır.

Bilindiği gibi 15 Temmuz 1974’te Sampson adlı EOKA’cı, Kıbrıs’ta Makaryos’u devirip darbe yapmış ve adayı Yunanistan’a katacağını ilan etmiş bulunmaktaydı. Artık Kıbrıs’a müdahale etmemiz kaçınılmazdı. Ama maalesef hem Ecevit, hem de başta Demirel olmak üzere bütün muhalefet, askeri çıkarmayı çılgınlık olarak nitelemekte ve karşı çıkmaktaydı.

Sonunda İngiliz Başkanı Callaghan’la konuyu görüşmek üzere Ecevit, Oğuzhan Asiltürk’le birlikte Londra’ya gönderiliyor, böylece Erbakan, artık tam yetkili başbakan vekili oluyordu. Erbakan Hoca, CHP ile koalisyon protokolüne, “Başbakan’ın (Ecevit’in) yurt dışına çıkması durumunda, Başbakan Yardımcısının “Her konuda ve tam yetkili sayılması” şartını yazdırıyor ve bu maddenin ne işe yarayacağının ve ne maksatla kullanılacağının farkına kimse varmıyordu!? Havaalanında Ecevit uğurlandıktan hemen sonra, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ve Kuvvet Komutanları; Erbakan’la birlikte özel bir odaya geçiyor ve orada bulunan Süleyman Arif Emre Bey bile içeri alınmıyordu.

Bu uzun ve tarihi toplantıda, Kıbrıs’a derhal çıkarma kararı üzerinde anlaşmaya varılıyordu. Kuvvet Komutanları: “Yıllardır böylesine onurlu ve olumlu bir karara hasret çektiklerini... Düşmanların dikkatini çekmesin diye, dağıtılarak Dörtyol, İskenderun ve Mersin’de konuşlandırılan birliklerimizin çıkarmaya hazır hale gelmesi için 2-3 gün gerekeceğini” bildiriyordu. Bu arada daha önce İnönü ve Demirel’in yaptığı gibi verilen karardan geri dönülmemesi için, Erbakan’dan özellikle ricada bulunuyorlardı. Ve artık Ecevit, Türkiye’ye döndüğünde alınan bu karar gereği, hazırlıkları tamamlanan ve Kıbrıs’a doğru yola çıkan kahraman Ordu’muza mani olmaya kalkışamıyordu.

- Ecevit, Kıbrıs çıkarması ve sonrasında:

1- Önce çıkarmaya çekingen ve ürkek davranmak, kararın alınmasını uzatmak ve Rumlara vakit kazandırmak,

2- Batı’nın baskısıyla, daha çıkarmanın ilk gününde Bakanlar Kurulu’nu toplayarak “ateşkes kararı” için çırpınmak,

3- Bu ateşkes kararını saat 17.00’yi bile beklemeden gündüz 11.00’de açıklamak,

4- “Kanton Çözüm” gibi yanlış ve milli çıkarlarımıza aykırı bir öneriyi karşı tarafa acelecilikle sunmak,

5- 2’nci Harekâta şiddetle karşı çıkmak ve harekâtın durdurulması için koalisyon ortağından habersiz gizli talimatlar yağdırmak,

6- Kıbrıs’ta Ordu’muzun rahatlıkla alabileceği stratejik ve ekonomik bölgelerin ele geçmesine engel olmak,

7- Maraş’ı boş bırakıp pazarlık gücümüzü zayıflatmak,

8- “Federe Devlet” sözünü ağzına sakız yapıp Kıbrıs’ta kesin ve kalıcı bir çözümü zora sokmak gibi; 8 tane tarihi ve talihsiz hata yapmıştır. Ama buna rağmen Kıbrıs Fatihi rolü oynamaktan da geri durmamıştır.

Erbakan Hocanın Başbakan Yardımcısı olarak Kıbrıs çabalarına o süreçte Deniz Baykal ve Alparslan Türkeş destek çıkmışlar, Ecevit ve Demirel engel olmaya çalışmışlardı.

Bir kurmay subayımız aktarmıştı. Kıbrıs Harekatı öncesi Erbakan Hocamız bir Hava üssüne uğramış ve onlarca kahraman pilotumuzu toplamıştı. Onlara: "Biz Kıbrıs'a çıkarma yaparken ABD ve AB ülkeleri, hatta NATO'ya bağlı Harp Gemileri önümüze çıkıp, engel olmaya kalkışırlarsa, içinizden kamikaze dalışı (uçağıyla düşman gemisine intihar saldırısı) yapacak gönüllü pilotlarımız bir adım öne çıksın!.." buyurmuşlardı. Bunun üzerine pilotlarımızın tamamı öne fırlamışlardı!.. Bunları anlatan kurmay subayımıza: "Peki, size göre, Erbakan Hocamız niye böyle bir şey yapmıştı?" diye sorunca: "Herhalde pilotlarımızın kahramanlık ve kararlılığını ortaya çıkarmak için" şeklinde yanıtlamışlardı. Kendilerine, "Evet, bu da bir sebep olabilir, ama asıl neden, orada bulunan yetkili ve rütbeli birisinin, bu olayı NATO görevlilerine aktaracağını kestirmiş olmasıydı. Böylece peşinen onların moralini kırmaya çalışmıştı!.." deyince, "Bu stratejik zekanız için sizi tebrik ediyorum" diye iltifatlar yağdırmıştı.

 

Erbakan Hocanın kurup yönlendirdiği evrensel İslami hareketlerden bazılarını örneklerle hatırlatır mısınız?

• Erbakan Hocamız önce Tarihi D-8 birlikteliğini sağlamış, Şii İran’la Sünni İslam Dünyasını tek çatı altında buluşturup barıştırmayı başarmış ve İslam Birliğinin temellerini atmıştır.

• İkinci çarpıcı örnek ise bugün İsrail’i dize getiren HAMAS’ın kuruluşunda ve hazırlanışında en büyük pay Erbakan Hocamızındır.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bolbolhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.